30 Haziran 2010 Çarşamba

Üç Aylar

camicicekcopy4jxdh8


İslâm’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan ayları
Bu aylar ve diğer dokuz ayın süreleri, ayın hareketlerine göre belirlenmektedir.
Kameri ayların süresi, şemsî ayların süresine nazaran değişiklik arzeder.
Kamerî sene, şemsî seneden on bir gün daha kısadır. Ayrıca kamerî ayların diğer bir özelliği,
şemsî aylarda olduğu gibi senenin aynı mevsimine değil, değişik mevsimlerine tesadüf etmesidir.

Mesela, kamerî bir ay olan Ramazan ayı, senenin mevsimlerini dolaşır. Hicrî ve kamerî aylar arasında
küçük önem taşıyan ve “üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan ayları mübarek aylar olarak
kabul edilirler. Bu ayların Müslümanlarca önemli ölçüde değer kazanmasının sebepleri arasında
Hz Peygamber (sas)’in bu aylar hakkında verdiği haberler gösterilebilir.

Rasûlüllah (sas) bir hadis-i şerifinde;

“Recep ALLAH’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır”
buyurmuştur.
 Ayrıca Peygamber Efendimiz, Receb ayı girince,

” Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kı!! Bizi Ramazana ulaştır”
diye dua ederdi.
Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise beş mübarek kandil gecesinden dördünün
bu aylar içinde olmasıdır.

Regaib gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine,
Mirac gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine,
Berat gecesi
, Şaban ayının on beşinci gecesine,
Kadir gecesi
ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar.
Hz Peygamber (sas) Şaban ayında çok oruç tutardı.
Hz Aişe, Rasûlüllah (sas)’ın bu aydaki orucu hakkında şöyle der:

“Şaban ayındaki kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim” (Tecrid-i Sarih, VI, 295)
Ramazan ayının fazileti ise çok daha yücedir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır:
“Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır”
(Müslim, Kitâbu’s-Sıyam, 1)

Receb ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylar olup Ramazan ayının müjdecisidir.
Dinimizde ayrı bir değeri olan üç ayların, kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında ve iradenin kontrol altına
alınmasında rolü büyüktür. Zira Receb ve Şaban aylarının feyzinden ve bu aylarda bulunan Regaib,
Mirac ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan bu kişi Ramazan ayında ise her türlü kötülükten
kendini uzak tutar ve insanî vasıflarının artmasına gayret eder Nihayet Kadir gecesinde yapacağı ibadet
ve tevbe ile manevî hazza ulaşır.

Bu nedenle özellikle, bu aylarda bol bol istiğfar etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak
ve dua etmek en uygun davranışlardır.

Şamil İA
www. bilvanis.net
umut
Receb ayının fazileti
Recep Ayının Fazileti
Receb, tazim ve saygı anlamına gelir, îslâm öncesi Araplar Receb ayına ayrı bir ehemmiyet verirler, saygı gösterir ve şanını yüceltirlerdi. Receb ayı gelince kılıçlar kınına sokulur, oklar torbalarına yerleştirilir, derin ve kanlı husumetlerin üzerine geçici de olsa bir sükûnet örtüsü çekilirdi. Artık o gürültülü ve korkunç çöller tatlı bir huzurun baharına dalar, her taraf bir güven ve selâmet sahasına dönerdi. Öyle ki, bu ayda bir kimse babasının katiline rastlasa bile başını kaldırıp kaşına bakmazdı. Bu aya “sağır ay” denilmesi de sükûnet mevsimi olmasındandır.
Receb ayına sağır denmesinin bir başka anlamı da şöyle ifade edilir: Bu ayın bereketi hürmetine, bu ayda işlenen günah ve hataları manen bu ay duymamakta, mü”minlerin sadece ibadet ve sevaplarına şahitlik etmektedir. Böylece Cenab-ı Hak mü”min kullarının bu ayda işlemiş oldukları günahları bağışlamaktadır.
İslâmiyet gelince de Receb ayına mahsus olan saygı devam ettirildi. Bilhassa Regaib ve Mi”rac gibi tecellilerle şereflendirildi.
Resul-i Ekrem Efendimiz dualarında, “Allah(cc)ım! Receb”i ve Şâban”ı hakkımızda hayırlı ve mübarek kıl, bizi Ramazan”a ulaştır” buyururlardı. (2)

Receb”e, “recm ayı” da denir. Buna göre, mü”minlerin eziyet ve zahmet vermemesi için şeytanlar bu ayda taşlanır, kovulup uzaklaştırılır.
Receb kelimesindeki “R” Allah(cc)“ın rahmetine, “C” Allah(cc)“ın cömertliğine ve yardımına, “B” ise Allah(cc)“ın birrine (iyilik ve ihsanına) işaret eder.
Receb ayına “mutahhar” denmesinin sebebi, bu ayı oruçlu geçirenlerin günah ve hatalarından temizlenip paklanmasıdır. Receb ayının Peygamberler tarihinde ayrı bir yeri vardır. Meselâ, Nuh Aleyhisselâm ve kavmi Receb ayında gemiye binmiş ve tufandan kurtulmuşlardır.

Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan”dan iki ay öncesidir. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi”rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması faziletini daha da arttırmaktadır. Ayrıca, Kur”ân”da haram ayları olarak geçen dört aydan birisi olması, Müslüman kalblerdeki yerini bir kat daha daha artırmıştır.
Receb ayı, “üç aylar” olarak bilinen mübarek bir mevsimin ilk ayıdır. Bu aylara “çok sevaplı ibadet ayları” diyen Bediüzzaman, onların kazandırdıkları sevap ve mükâfatlar bakımından, mü”minlerin önünde nasıl bir kademeli yükseliş vesilesi olduklarına şöyle işaret eder:
“Her hasenenin (ibadetin) sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamada üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde (Kadir Gecesinde) otuz bine çıkar.” (3)
Buna göre Receb ayında işlenen ibadet, edilen iyilik, yapılan hizmetlerin manevî ecri ve sevabı bire yüz verilmektedir. Bunun için mü”minler bu aydaki nasiplerini arttırmak maksadıyla daha çok gayret sarf ederler. Hayır ve hasenata biraz daha ağırlık verirler.
Bazı hikmet ehli âlimler Receb ayı hakkında şu yorumları getirmişlerdir:
Receb eza ve cefâyı terk içindir, Şaban amel ve vefa içindir, Ramazan sıdk ve safa içindir.
Receb tevbe ve pişmanlık ayıdır, Şaban muhabbet ayıdır, Ramazan kurbet (Allah(cc)“a yakınlık) ayıdır.
Receb hürmet ayıdır, Şaban hizmet ayıdır, Ramazan nimet ayıdır.
Receb ibadet ayıdır, Şaban dünyanın safasını terk etme ayıdır, Ramazan ibadetlerin mükafatını artıran aydır.
Büyük tasavvuf ehli Zünnün Mısrî der ki:
“Receb ekme ayıdır, Şaban sulama ayıdır, Ramazan derleyip toplama ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer, ne yaparsa cezasını çeker. Bir kimse ekimi bırakırsa, hasat zamanı ekmediğine pişman olur. Kıyamet gününde ise çok kötü duruma düşer.” (4)

Receb ayının diğer aylardan farklı bir ibadeti de oruçtur. Mümkün mertebe bu ayda daha fazla oruç tutulmaya çalışılır. Ebû Davudta, hiç ara vermeden devamlı surette oruç tutan bir zâta Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselamın bazı tavsiyelerden sonra şöyle buyurduğu rivayet edilir:
“Haram aylarından bazısını tut, bazısını bırak, haram aylarda tut ve bırak, haram aylarda tut ve bırak.” (5)

Hadisin devamında ravî olan Şahabı şöyle demektedir:
“Resulullah “tut” dedikçe, üç parmağını yumdu, “Bırak” deyince de üç parmağını bıraktı.” Böylece Peygamberimizin o zata, “Üç gün tut, üç gün ara ver” dediği anlaşılıyordu.

Bilindiği gibi haram ayları, “Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb” aylarıdır.
Receb ayında devamlı olarak bir ay boyu oruç tutmanın uygun görülmeyişinin sebebi, Receb ve Şaban aylarının Ramazan ayına benzemesinden kaçınılmasıdır. Çünkü hiç kesintisiz bir ay boyunca oruç tutmak sadece Ramazan ayına mahsustur. Hattâ Receb ayında bir ay süresince oruç tutmanın mendup bile olmadığını söyleyen İmam Gazâlî ve İbni Kayyim el-Cevzî gibi müçtehidler, Ramazan ayına benzememesi için diğer aylardan farklı olarak Receb ayında devamlı bir ay boyu oruç tutmayı mekruh görürler. (6)

Diğer aylarda nasılsa, Receb ayında da ayın ortasında veya belli günlerinde, yahut üçer gün ara vermek suretiyle oruç tutulması tavsiye edilmektedir.
Görüldüğü gibi Receb ayında tamamen oruçlu geçirme hususunda bir hadis ve rivayet yoktur. Üç ayları hiç ara vermeden tutmak sünnet ve müstehap da değildir, sadece sâlih zatların güzel bir âdetidir. Receb ayını tam olarak tutanlara “Tutma” denilmez, ama fıkhı olarak da hükmünü belirtmek gerekir.

Bu arada Ramazan ayında bozmuş olduğu bir oruçtan dolayı kefaret orucu tutmak isteyenler için Receb ve Şaban ayı iyi bir fırsattır. Receb ayının birinci gününden itibaren hiç ara vermeden Şaban ayı da dahil olmak üzere iki ay üst üste oruç tutarsa tam bir kefaret borcunu ödemiş olur. Peşinden Ramazan ayının orucu da geleceğinden böylece üç ay boyu, bir gün dahi yemeden oruç tutmuş olur. Bu durumda oruç borcunu öderken aynı zamanda sevap hazinesini de doldurmuş ve geliştirmiş sayılır.
Madem Receb ayı günahların affedildiği aydır. Bağışlanmanın yolunu ve istiğfarın nasıl yapıldığını bilmek gerekiyor. Rivayete göre şu istiğfar duasını Receb ayında yedi kere okuyan kimsenin günahları affolunmaktadır.
“Estağfirullâhe”l-Azîme”llezî la ilahe illâ hû el-Hay-yü”1-Kayyûmu ve etûbü ileyh. Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî lâ-yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ.”
Mânâsı: “Hayat sahibi olan, her şeyi idare edip ayakta tutan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah(cc)“tan mağfiret dilerim. Kendi nefsine zulmetmiş kulun tevbesi gibi Ona tevbe ederim. Öyle bir kul ki, kendi nefsi adına ne ölüme, ne hayata ve ne de tekrar dirilmeye sahip değildir.” (7)
Üç aylar birer dua ve niyaz mevsimidir. En güzel duaları başta sahabiler olmak üzere İslâm büyüklerinden öğreniyoruz. Hz. Ali”nin Receb ayında şu şekilde dua ettiği rivayet edillir:
Allah(cc)ım, salat eyle Muhammed  Aleyhissalâtü Vesselamın üzerine; hikmet yıldızları ve devamlı nimet ve ismet kaynağı ehl-i beytine.
Allah(cc)ım, beni her türlü kötülükten koru. Beni unutkan etme ve gaflet üzerinde bırakma. Sonumu da hasret ve pişmanlıkla bitirme. Benden razı ve hoşnut ol. Senin mağfiretin zalimler içindir, ben de nefsime zulmettim.
Allah(cc)ım, beni bağışla, beni bağışlamakla Sana bir zarar gelmez. Bana nimetlerini ihsan et, bana vermekle senin ihsanın azalmaz. Senin rahmetin geniş ve boldur. Hikmetlerin ise hoş ve güzeldir.
Allah(cc)ım, bana sıhhat ve afiyet ver. Güven ve huzur ihsan eyle. Şükür ve takvaya ulaştır.
Allah(cc)ım, Senden sabır ve doğruluk istiyorum. Bana işimde kolaylık ver. İşlerimi güçlükle gördürme. Aileme, çocuklarıma ve kardeşlerime iyilik ve ihsanda bulun. Onları mü”min ve Müslümanlardan kıl ve bu şekilde dünyadan ayrılmalarını nasip eyle.”
Bazı Selef büyükleri de Receb ayı gecelerinde şöyle dua etmişler:
Allah(cc)ım, Sana mahzun gönlümle, isteklerini kabul buyurduğun dostlarının duası ile niyaz ediyorum. Zatına eriştirdiğin ve Senin rızanı isteyenlerin dili ile Senden talep ediyorum. Umarım Senin ululuğundan, Seni bileyim ve kulluk edeyim.
Yâ Rab, bu gecenin rahmet ve bereketinden sevap ve mükâfatından beni nasiptar et.
Allah(cc)ım, kullarından istediğine, istediğini verirsin, kim Seni onlara ikram etmekten alıkoyabilir? Ben fakir ve âciz bir kulum. Fazl ve kereminden nimetlerini ümit ediyorum. Sana sığınırım ve ancak Senden yardım dilerim
Yüce Mevlam, bu gece kullarına çok rahmet ve bereketini döker, saçarsın. Allah(cc)ım, Sana yalvaran dilleri, Sana kalkan elleri boş çevirme. İyilik ve yardımınla faydalandır bizi. Nimetlerinle donat hepimizi.
Allah(cc)ım, salât eyle Muhammed  ve evladına, eşlerine ve dostlarına, bitip tükenmeyen rahmet ve bereketinle. Yâ Rabbe”l-Âlemin!”


Recep Ayı İbadetleri

Recep Ayı Girdiğince Yapılacak Duâ

Okunuşu: “Allahumme barik lena fi recebe ve şa”ban ve belliğna ramazan”
Açıklaması:
Allah(cc)“ım! Recep ve Şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır”. Amin!..
Üç ayların ilki olan recep ayı girdiğinde bu duayı sıkça yapalım, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu duayı yaparlardı ve ümmetinin de yapmasını istemiştir.

Recep Ayı Orucu
Abbad ibnu hanif anlatıyor: “Said İbnu Cübeyr Rahimehullah”a Recep ayındaki oruçtan sordum. Bana şu cevabi verdi.
İbnu Abbas Radıyallahu Anhüma”yı dinledim, şöyle demişti:

- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Recep ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz; galiba hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak) derdik, (bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, galiba hiç tutmayacak derdik.” (9)
Yukarıda ki hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Recep ayında oruç tutmak pek faziletlidir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz bu ayda oruç tutmuştur. Bazı yıllarda tamamına yakınını oruçlu geçirmiş, bazı yıllarda da az bir kısmını oruçlu geçirmiştir.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem”in Recep ayı ve Recep ayında tutulacak oruç hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
-“Recep Allah(cc)“ın ayıdır; Şaban benim ayımdır, ramazan ise ümmetimin ayıdır”. Recep ayının niçin Allah(cc)“ın ayı olduğu sorulduğunda: -”Çünkü bu ayda özellikle mağfiret boldur. Bu ayda, halkın kan dökmesine mani vardır. Bu ayda, Allah(cc)-ü Teala, Peygamberlerinin tövbelerini kabul buyurmuştur. Allah(cc)-ü Teala bu ayda, peygamberlerini düşmanlarından korumuştur. Birkimse, recep ayını oruçlu geçirirse, Alla-ü Teala üç şeyi onun için gerekli kılar. Şöyle ki:
-Geçmiş günahlarının tümünü bağışlar.
-Kalan ömrünün temiz geçmesini temin eder.
-Büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da onu emin kılar.”;

Resuhullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem”e sorarlar:
“Ya Resulullah Recep ayının tümünü oruçlu geçirmeye gücüm yetmez.
- O halde, ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan da bir gün tutarsın. Böyle ettiğinde ayın tümünü oruçlu geçirmiş olursun. Zira, yapılan iyilikler on misli sevap getirir”. (10)

Ashab”tan Mucibetü”l-Bahiliyle Radıyallahu Anh”dan: babası veya amcası, kabilesinin elçisi olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem”e geldi ve gitti. Bir sene sonra kılık ve kıyafeti değişmiş olduğu halde peygamberimizin yanına geldi, ve:
-“Ya Resulallah ! beni tamdınız mı?” dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
- “Sen kimsin?” Diye sordu:
- “Geçen sene huzurunuza gelen Bahili”yim” dedi.
- “Neden bu kadar değiştin? Halbuki kılık kıyafetin düzgündü” dedi.
- “Ya Resulullah! Senden ayrıldığım günden beri yemek yemedim; yalnız geceleri yedim.” Cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem:
- “Kendi kendine işkence yapmışsın. Sabır ayında (Ramazan) tamamıyla, diğer ayların her birinden birer gün oruç tut” buyurdu.
- “Ya Resulullah, günün sayısını artır. Zira bundan fazla tutmağa gücüm yeter” dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
-“O halde her aydan ikişer gün oruç tut” dedi.
-“Biraz daha arttır ya Resulullah” dedi.
-“Her aydan üç gün” dedi.
-“Daha artır ya Resulullah” deyince,
-“Recep, Zilka’de, Zilhicce, Muharrem aylarında üçer gün oruç tut, kalan günlerde iftar et.” Emrini üç defa tekrarladı ve üç parmağıyla işaret etti. Onları yumdu sonra bıraktı. (11)

Recep Ayı Namazı
Recep ayı içinde otuz rekat namaz kılınır. Bu otuz rekatın on rekatı Recep ayının ilk on günü içinde kılınır. İkinci on rekatı da ikinci on günü içinde kılınır. Üçüncü on rekatı da üçüncü on günü içinde kılınır. Her rekatta fatiha okunduktan sonra üç kere ihlas suresi okunur, ihlası okuduktan sonra da üç kere de Kâfirun suresi okunur. Bütün rekatlar bu şekilde okunarak tamamlanır. Bu namazın kılınma zamanı nafile namazların kılınacağı vakitlerdir. Belli bir vakti yoktur. (12)
(1). Mehmet Paksu, Mübarek Aylar, Günler ve Geceler, Nesil Yayınları
(2). Camiü”s-Sağîr, 2:90; Râmuzu”l-Ehâdis, 532.
(3). Şualar, s. 416.
(4). Abdülkadir Geylânî, Üç Aylar ve Faziletleri. Haz: Mustafa Güner.
(5). Ebû Dâvud, Savm: 54.
(6). İhya, 1:237; Zâdü”I-Meâd, 2:64.
(7). Mecmûatü”l-Ahzâb, 1:599.
(8). Muhammed  Yusuf, Üç Aylar İbadet Rehberi, Ekmel Yayımcılık
(9). Buhari, Savm; Müslim, Sıyam 179,1157;Ebu Davud, Savm 55, 2430
(10). Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani
(11). Riyazü’s-Salihin
(12). Gunyet’üt Talibin, Abdulkadir Geylani


27 Haziran 2010 Pazar

Mahşer Meclisi'nin seyyidi, herkesin sultanı, bütün âlemin canı ve nuru O'dur.



Resul-i Kibriyası'nın nurunu kendi nurundan yaratan ve bütün âlemleri onun yüzü suyu hürmetine vücuda getiren, bir damla suya peri gibi güzellik bahşeden, denizlerde inciyi, kuru dallar üzerinde kırmızı gülleri yaratan, her canlının rızkını veren ve herkesin hamur teknesine kerem selini akıtan Allah'ın şanı ne yücedir. O'na, yağmur damlalarının, denizlerdeki katrelerin, çöllerdeki kumların, ağaçların, ağaçlardaki yaprakların sayısınca hamd eder, her işimde O'ndan yardım dilerim.

Her zaman yüzümü O'na tutar, ona teslim olur, onun mağfiretini dilerim. O lütuf ve ihsan buyurmasa, dil ne söyler, kalem ne yazabilir ki? Her işimde O'na güvenip dayanırım.

Vücudu şerifi Âlemlere Rahmet olan iki cihan güneşi ve Hatem-ül Enbiya efendimize salât ve selam ederim.

O ki, bütün Âlemler O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. O'nun temiz varlığı "Levlak" ile tavsif edilmiştir. Mahşer Meclisi'nin seyyidi, herkesin sultanı, bütün âlemin canı ve nuru O'dur. Güneş de O'nun pak nurundan yaratılmıştır. Arş-ı a'la da. Cennet de O nurun şerefini taşır, Cibril de.

O ki, bilgi mektebinin muallimi, ilim ve irfan bahçelerinin Servidir. Ayağının bastığı yer, iki âlemin saadet gülistanıdır. Beşerin babası olan Cenabı-ı Âdem O'nun gülistanında boy vermiş, O'nun adını anarak Rabbine yüz tutmuştur.

Şan ve şerefte onunla boy ölçüşecek kimse yaratılmadığı gibi, güzellik ve güzel huyda da ona denk kimse yoktur. O'nun kıymet biçilmez güzelliği öyle bir derecededir ki, Hazret-i Yusuf ancak O'nun dalında bir goncadır. Hazret-i Yusuf'u görünce şaşkınlık ve hayretlerinden ellerini kesen Mısır kadınları, eğer onun mübarek cemalini görselerdi, elleri yerine yüreklerini keserler, gönüllerini pare pare ederlerdi. Kim de kudret vardır ki, O'nu meth için söz söyleyebilsin? O'nun şanında ne söylense, o yine hepsinden yücedir. O'nun şan ve şerefini, izzet ve makamını akıl tasavvur edemediği gibi, onun vasfının eteğine de el erişmez.

Bir bak, bir gör ki, gökyüzü Burak adıyla ayağına kadar geldi, Cebrail Aleyhisselam kadrinin huzurunda yer öptü. O'nun yüzü suyu hürmetine insanlığın baharı bulutlanıp ilahi bahçe fışkırdı. Bir parmak işaretiyle Ay'ı ikiye böldü, Mübarek parmaklarından sular çağlatıp ümmetini suya kandırdı.

Allah u Teâlâ, peygamberliği, mucizeyi onunla bitirmiştir. İyi huylarla cömertlik ve erliği, adalet ve mertliği onunla tamamlamıştır. Kur'an-ı Kerim de onun mucize saltanatıdır.

O'nun makamının erişilmezliğini anlamak için "LEVLAK" hitabına bakmak kâfidir...

25 Haziran 2010 Cuma

SAHABELER

Bâyezîd-i Bistâmî

Bâyezîd-i Bistâmî Yetmişinci haccına gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona;

"Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Yetmiş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı.

Bu ses onu üzdü. Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa;

"Kim benim Yetmiş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu.

Bir adam başını kaldırıp; "Ben alırım." dedi ve ekmeği uzattı.

Bâyezîd-i Bistâmî aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne koydu. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir râhip ile karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Râhip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devâm etti. Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;

"Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun." dediği sırada râhip içeri girdi ve;

"İsmin nedir?" diye sordu.

O da; "Bâyezîd!" cevâbını verdi.

Râhip; "Ne güzel adamsın. Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;

"Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ konuşur. Onu dinlemeni istiyorum." deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu.

Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek;

"Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi." dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı.

Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi.

Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin getirdiği giysileri giydi. Râhiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi. 160 yaşında, sakalı diz kapağında bir papaz... Fakat konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda;

"Nasil konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi.

Halk ve râhipler galeyâna gelerek; "Onu göster parçalayalım, öldürelim." diye bağrıştılar.

Başrâhip; "Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim." dedi.

Bunun üzerine râhipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler.

Başrâhip; "Ey Muhammedî! Allah'ını ve peygamberini seviyorsan; Ayağa kalk ve kendini göster." diye seslenince,

Bâyezîd-i Bistâmî ayağa kalktı. Ve papazları yara yara içlerinden başrahibin yanına ilerledi. "Kalbinden de şunu geçiriyor; Bir değil Bin başım olsa yinede çıkardım..."

Bas râhip; "Adın ne?" diye sordu.

"Bâyezîd!" cevâbını verdi.

"Tahsil gördün mü?" diye sorunca;

"Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum." dedi.

Bunun üzerine râhip; "O hâlde bana şu hususları cevaplandır:

İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"

Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe; "Beni iyi dinle!

İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan bir Allahü teâlâdır.

Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür.

Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktir (boşamadır).

Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı kerîmdir.(Bir rivayettede şu şekilde geçer."Dört halifemiz(hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.e.) Bunlar 4 tanesine desen dünyada kafir kalmayıncaya hepsinin kellesini al. Alırdı. Bunların beşincisi yoktur.


Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır.

Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür.

Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür.

Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir.

Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir.(bu yanlış yazılmış olabilir. Çünkü hamilelik müddeti 4 yıla kadar'dır.)

On birincisi olmayan on, Cennetle müjdelenen 10 kişi'dir...

On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir.

On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi.

Râhip tebessüm ederek; "Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver." dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Îsâ peygamber havadan yaratıldı, havada muhâfaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi." diye cevap verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca;

"Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu, Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip şehit edildi." cevâbını verdi.

Râhip tekrar; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu.

O da;

"İblîs ateşten yaratıldı. İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu." dedi.

Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı. Eshâb-i Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi." cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır." cevâbını verdi.

Râhip yine; "Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;

"Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur." cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ agacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Simdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır.

Bu ağaç nedir?" deyince:

"Ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder." cevâbını verdi.

Son olarak râhip söyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmis, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?"

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, râhibe;

"Ey râhip! Birçok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâde ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım.

O da şudur:

Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?"

Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı.Boynu büktü...
(Başrahibin şöyle dediğide rivayet edilir.- Bizi dinden etme. Beyazit Bistami başrahibe hitaben; Dinden mi? olursun. Dine mi? girersin.

Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve;

"Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler.

O da; "Hayır mağlûb olmak istemiyorum." deyince;

"Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun." dediklerinde;

"Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?" dedi.

Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler.

Râhip; "Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre;

Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu.

Diger râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular.

Bâyezîd-i Bistâmî de onlarin yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti. Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı..

DUA VE ZİKİR

 
 Photobucket
Allah'ım !
Kanadı kırık bir kuş gibiyim.
Uçsam uçamıyor, göçsem göçemiyorum.
Yarım bırakılmış bir düş gibiyim.
Yardan da, serden de geçemiyorum.
Menzile erememe korkusu sardı benliğimi
Kolum kanadım kırık , gönlüm bin pare!
Ey kalpleri evirip çeviren, ey gönüller sahibi !
Yaraları saran , dağılanı toplayan Sensin !
Varlığım Senin varlığının şahidi
Varlığım Senin Rahmetinin şahidi!
Photobucket
Allah'ım !
Yalnız Senden yardım diler yalnız Sana kulluk ederiz.
Seni sığınak, barınak, tutamak bilir Ya Allah deriz.
Şeytandan SANA sığınır e'uzu billah deriz.
Her işe Seninle başlar bismillah deriz.
Nimet verdiğinde gönülden şükrederiz.
Versen de aslanda elhamdülillah deriz.
Hayran kaldığımızda maş
Pişman olduğumuz da estağfurullah deriz.
Sevindiğimizde Allah'u ekber,
Üzüldüğümüzde inna lillah deriz.
Canımız sıkıldığında fe-subhanallah ,
Zafer kazandığımızda nasrun minallah,
Rızık kazandığımızda er-rizku 'alallah deriz.
Bir işi arzu ettiğimizde inş
Bir işi başardığımızda biiznillah deriz.
Güçlük karşısında la-havle ve-la kuvvete illa billah,
Söz verdiğimizde ve'Allah ve billah deriz.
Photobucket
Allah'ım !
Benliğimin yaktığı ateşte yakma beni!
Beni nefsime kul etme, kul et nefsimi Sana !
Bir lahza dahi bana bırakma beni!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana .
Bilmediğimi bildir, görmediğimi göster!
Sen bildirmezsen bilemem, göremem göstermezsen
Gönlüme huzur,gözlerime nur, dizime derman ver!
Sen "OL" deyince olur, olmaz "OL" demezsen.
Canana can, cana canan , kalbe ferman ver!
Al işte ellerim , uzattım sana!
Ne olur, ne olur bırakma beni bana !
Sen bana yetersin , yetmem ben bana !
Allah'ım, ellerimi bırakma!

Allah'ım !
Bırakma bizi
Tut elimizi!
 Photobucket

PEYGAMBER EFENDİMİZİN VEFATI:


Hicretin onuncu yılında Rasülullah (s.a.),
yüz binden daha fazla müslümanla birlikte Medine'den hacc için hareket etti. Bu
hacc esnasında Arafat dağı yanında, İslâm'ın anayasası kabul edilen veciz ve
ölümsüz hutbesini iradetti. Bu hutbesinde, İslâm'ın temel ilke ve kaidelerini
beyan ederek, insanlar arasında fark gözetmeyen bir eşitlik ilan etti. Şöyle
diyordu:

"Ey nas! Biliniz ki Rabbiniz birdir,
babanız birdir. Hepiniz Adem'densiniz. Adem de topraktandır. Allah yanında en
üstününüz, O'ndan en çok korkanınızdır. Arab'ın, Arab olmayana üstünlüğü yoktur;
üstünlük ancak takva iledir."

Kur'ân-ı Kerim'in nüzûlü de Maide sûresinin
3. ayetindeki, "Bugün size, dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim." kavl'i şerifinin nazil olmasıyla
tamamlanmıştı.

Veda Hacc'ının üzerinden henüz üç ay
geçmemişti ki, Rasülullah (s.a.) ateşli bir hummaya yakalandı. Onun hastalığının
şiddetlendiğini gören Ensar, Mescidi Nebî'de toplanmışlardı. Fadl b. Abbas ve
Ali b. Ebi Talib, bu durumu Peygamber Efendimize ulaştırdılar. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz, Ali, Abbas ve Fadl'a dayanarak Ensarın huzuruna çıktı. Başı
sarılıydı. Minber'in alt basamağında oturdu, Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle
hitap etti; "Ey nas! Duydum ki, siz peygamberinizin ölmesinden korkuyormuşsunuz.
Allah'ın benden önce gönderdiği peygamberlerden ebedî yaşayan biri var mı ki,
ben sizin içinizde ebedî kalayım? Bilesiniz ki, elbette ben Rabbime kavuşacağım,
siz de bana ulaşacaksınız. Size, ilk muhacirlere hayırlı davranmanızı vasiyet
ederim. Bütün muhacirler de birbirlerine karşı hayırlı olsunlar. Allahu Teâlâ
şöyle buyurur; "Asra (yani peygamberlik çağına, yahut bütün zamana veya ikindi
namazına) andolsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak inanıp iyi işler yapanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka"
(onlar ziyandan kurtulmuşlardır.) Her iş, Allah'ın izniyle, iradesiyle cereyan
eder. Siz olacak şeylerin sırasını değiştiremezsiniz, Allahu Teâla sizden
birinizin acelesiyle, acele davranmaz. Allah'ın iznine, iradesine galebe etmeğe
çalışanlar, en sonu mağlub olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak
aldanırlar. Nitekim o, şöyle buyurur: "Demek iş başına gelecek olursanız,
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız."

"Ey nâs! Size Ensar halkına da hayırlı
olmanızı vasiyet ederim, çünkü onlar sizden önce iman yurdunu hazırlamışlardır.
Onlara iyi muamele ediniz. Onlar sizi kendi mahsullerine ortak etmediler mi?
Evlerini sizinle paylaşmadılar, sizi vaktiyle evlerinde ağırlamadılar mı?
Kendileri ihtiyaç içinde oldukları halde, her hususta sizi nefislerine tercih
etmediler mi? O halde (ey muhacirler!) sizden biriniz iki adam arasında hakemlik
yapmak görevine getirilirse Ensarın iyilik edenlerine teveccüh ve ikram etsin,
fenalık yapanların kusurlarından da vazgeçsin. Biliniz ki, kendinizi onlara
tercih edemezsiniz. Biliniz ki, ben size karşı çok merhametliyim, yine biliniz
ki, ben Rabbime kavuşacağım, sizler de bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer,
Kevser havuzunun kenarıdır. Benimle havuz kenarında buluşmak isteyenler
dillerini gerekli olan şeylerin dışındaki boş şeylerden çeksinler."

Rasülullah (s.a.), 13 Rebiülevvel h. 11 (8
Haziran 632) pazartesi günü ruhunu teslim etti. Risaleti tebliği etmiş,
kendisine verilen emaneti en mükemmel bir şekilde yerine getirmiş olarak ömrünün
63'ünde Rabbimizin rahmetine kavuştu.

Rasülullah'ın vefat haberi, müslümanlar
üzerinde müthiş bir tesir icra etti, öyle ki büyük bir şaşkınlığa düşerek
peygamberlerin de, diğer insanlar gibi öleceklerini bildiren ayetleri bile
unuttular. Kılıcını çekip dikilen Ömer b. Hattâb, Rasülullah'ın öldüğünü
söyleyenleri ölümle tehdit ediyor ve şöyle diyordu: "Münafıklardan bir adam,
Rasülullah'ın vefat ettiğini zannetmiştir. Hayır vallahi! O ölmedi, lakin
Musa'nın gittiği gibi, dönmek üzere Rabbine gitti. Vallahi Rasülullah dönecek ve
öldüğünü söyleyenlerin ellerini kesecektir."

Rasülullah'ın vefatını duyan Hz. Ebubekir,
Mescid'in önüne geldiğinde Ömer hâlâ, halka bir şeyler söylüyordu. O, bunlara
aldırmaksızın doğruca Rasülullah'ın bulunduğu odaya girdi. Üzerindeki örtüyü
kaldırarak şöyle dedi: "Babam ve anam yoluna feda olsun ya Rasülellah! Ölümünde
de, diriyken olduğu gibi ne kadar güzel ve temizsin. Senin ölümünle, hiçbir
peygamberin ölümüyle kesilmemiş olan peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve
şerefin o derece büyük, o kadar güzel vasıflara sahibsin ki, tanıtılmak ve
üzerine ağlanmaktan münezzehsin. Ya Rasülellah! Ölümünle insanlara teselli
oldun, zira nübüvvet özelliklerinle hususiyet kazanmış olmana rağmen ölüm sana
da yetişti. Ölümle o derece umumileştin ki, ölümlü olmakta hepimiz seninle eşit
olduk. Kendin tercih etmemiş olsaydın, ölümün nefislerimize çok zor gelirdi,
eğer bizi ağlamaktan menetmemiş olsaydın, senin için gözyaşları döker; hatta göz
pınarlarımızı kuruturduk. Ama, yine de göz yaşımızı tutmağa gücümüz yetmiyor.
Şiddetli üzüntü ve kederi üzerimizden atamıyoruz. Allah'ım bizden ona selâm
ulaştır. Ya Muhammed (s.a.)! Rabbinin katında bizi unutma, hatırında kalalım.
Sekinet ve rahatlık yaratılmamış olsaydı, korku ve üzüntü de yaratılmazdı.
Allahım, nebine bizden selâm ulaştır, onu aramızda muhafaza et!"

Hz. Ebubekir, daha sonra Rasülullah'ın
naşının başından ayrıldı, dışarı çıkarak halka hikmetli ve anlamlı hutbesini
irad etti. Bu hutbe müslümanların aklını başına getirdi ve düştükleri hatayı
hemen anladılar. Hz. Ebubekir şöyle hitap etmişti: "Şehadet ederim ki, Allah
birdir, O'ndan başka ilah yoktur, O'nun hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet
ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasülüdür. Yine şehadet ederim ki, Kitap (Kur'an)
nazil olduğu, din meşru kılındığı, Hadîs iradedildiği, söz söylendiği gibi
mahfuzdur. Allah, apaçık bir hakikattır," sonra da şöyle dedi: Ey nâs!
Muhammed'e kulluk eden var idiyse bilsin ki: Muhammed muhakkak ölmüştür; Allah'a
tapanlara gelince, şüphesiz Allah diridir, ebediyyen bâkidir." Devamla şu
manadaki ayetleri okudu:

"Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de
peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin
üzerinde

geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde
geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez. Allah, şükredenleri
mükafatlandıracaktır.” Ve devam etti: "Allahu Teâlâ işini, size vasiyet
etmiştir, onda ümitsizlik ve sabırsızlığa düşmeyiniz. Şüphesiz Allah, sizin
yanınızdaki ve kendi yanındaki şeyleri Nebisi için seçmiştir. Onu, yarlığamasına
çekip almış, Kitabını ve nebisinin sünnetini sizde bırakmıştır. Bu ikisine
sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Ey iman edenler! Allah
için hakkı ayakta tutan kimseler olunuz. Şeytan, Peygamberimizin ölümü sebebiyle
sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanı aciz bırakacağınız şeyde, ondan
acele davranınız. Size ulaşmasına fırsat vermeyiniz."

Malik b. Enes'in şöyle dediği rivayet
edilir: "Bana ulaştığına göre Rasülullah (s.a.), pazartesi günü vefat etmiş,
salı günü defnedilmiştir. Müslümanlar, cenaze namazını gurublar halinde, imamsız
olarak kılmışlardır." Sahabe-i Kiram, Rasülullah'ın nereye defnedileceği
hususunda ihtilafa düşmüşler, bazıları doğum yeri olan Mekke'ye, bazıları
ashabının yanına Cennetü'l-Baki' kabristanına bazıları da kendi mescidine
gömülmesini teklif etmişlerdi. Bu esnada söz alan Hz. Ebubekir, Peygamber
Efendimizin "Hiçbir peygamber, vefat ettiği yerin dışında bir mahalde
defnedilmemiştir." mealindeki hadisini rivayet ederek, bu ihtilâfın ortadan
kalkmasını sağladı.

24 Haziran 2010 Perşembe

Peygamber Efendimizin Yaratılış Güzellikleri



Peygamber Efendimizin Ashabı, bu kutlu insanın dış görünümünün güzelliği, görenleri hayran bırakan heybetinden nuruna ve duruşundan gülüşüne kadar Allah'ın onda tecelli ettirdiği çeşitli güzellikler hakkında pek çok detay aktarmışlardır. Sayıca oldukça kalabalık olan sahabeler, bu güzellikler hakkında birçok farklı detay vermiş, Peygamber Efendimizle aynı dönemde yaşamamış olan Müslümanlara Allah'ın Resulünü birçok yönüyle tanıtmışlardır. Bazı sahabeler onu genel özellikleriyle tarif ederken, diğerleri uzun ve detaylı anlatımlarda bulunmuşlardır. Bu anlatımlardan bazıları şu şekildedir:



Peygamber Efendimizin dış görünümü ve güzelliği





Sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in güzelliğini şöyle anlatıyorlardı:



"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı... Burnu gayet güzel idi... Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. Ağzı geniş, dişleri inci gibi parlaktı... Boynu sanki bir gümüş hüzmesi idi... İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalın idi..."66



Enes b. Malik (ra) anlatıyor:



"Resulullah Efendimizin boyu; ne çok uzun, ne de fazla kısa idi. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi. Saçları ise ne düz, ne de kıvırcık idi. Kırk yaşına geldiğinde, Allah Teala O'nu peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduktan sonra, Mekke'de 10 sene, Medine'de de 10 yıl kaldı ve 60 yaşlarında vefat etti. Bu fani hayata veda ettiklerinde, saçında ve sakalında 20 tel ak saç yoktu."67



"Resulullah (sav) beyaz, güzel ve mutedil (yavaş ve mülayim, itidalli) idiler."68



Enes b. Malik (ra) anlatıyor:



"Peygamber Efendimiz orta boylu idi; uzun da değildi, kısa da değildi; hoş bir görünüşü vardı. Saçı ise ne kıvırcık, ne de düzdü. Mübarek (İlahi hayrın bulunduğu şey, bereketlenmiş, çoğalmış, hayırlı, uğurlu) yüzlerinin rengi ise nurani beyazdı."69



Bera b. Azib (ra) anlatıyor:



"… Resullullah Efendimizden daha güzel birini görmedim. Omuzlarını döğen saçları vardı. İki omuz arası genişçe idi. Boyu ise ne kısa idi, ne de uzundu."70



Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) rivayet ediyor:



"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizi anlatırken Onu şöyle tavsif (vasıflandırırdı) ederdi:



"Peygamber Efendimiz, ne aşırı derecede uzun, ne de kısa idi; O bulunduğu topluluğun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; omuz başları iri yapılı idi… O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak tabiatlısı ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında çok şiddetli heyecanlanırlar; üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu herşeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse; Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra, onun gibi birisini görmedim, demek suretiyle, O'nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salat (dua, Peygamberimize (sav) yapılan dua, istiğfar, rahmet, namaz) ve selamı O'nun üzerine olsun."71



Hz. Hasan (ra) naklediyor:



"Resulullah Efendimiz, yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi. Peygamber Efendimizin rengi, ezher'ul-levn (pek beyaz ve parlak renk) idi, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları; hilal gibi, gür ve birbirine yakındı.



Boynu, saf mermerden meydana gelen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti..."72



Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:



"Hazreti Peygamber, gümüşten yaratılmış gibi nurlu beyazdı; saçları da hafif dalgalı idi."73



"Efendimiz (sav) beyaza pembe karışık renkte idi. Gözleri siyah, kirpikleri sık ve uzun idi."74



"Allah Resulünün alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. Iki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibiydi. Gözleri pek güzel, bebekleri simsiyahtı. Kirpikleri birbirine geçecek şekilde gürdü… Güldüğünde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. Iki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi… Sakalı gürdü. Boynu pek güzeldi, ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgar gören kısmı altın alaşımlı gümüş ibrik gibi gümüşün beyazlığı ve altının da kırmızılığını yansıtır şekilde parıldardı… Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı… Omuzları genişti… Kol ve pazuları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı."75



Peygamber Efendimizin hicret yolculuğu sırasında çadırını ziyaret ettiği Ümmü Mabed isimli cömertliği, iffeti ve cesareti ile tanınan biri, Peygamber Efendimizi tanımamıştır. Ancak Peygamberimiz (sav)'i anlatılanlardan tanıyan kocasına, onu şöyle tarif etmiştir:



"Aydın yüzlü ve güzel yaradılışlı idi; zayıf ve ince de değildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıştı. Saçı ile kirpik ve bıyıkları gümrahtı (bol, gür). Sesi kalındı. Sustuğu zaman vakarlı (ağırbaşlılık, halim ve heybetli oluş), konuştuğu zaman da heybetli idi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisi görünümündeydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünüşü vardı. Çok tatlı konuşuyordu. Orta boylu idi; bakan kimse ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Üç kişinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. Arkadaşları, ortalarına almış durumda hep onu dinlerler; buyurduğu zaman da hemen buyruğunu yerine getirirlerdi. Konuşması tok ve kararlı idi."76



Kendisini görenlerin anlattıklarında da görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz olağanüstü yakışıklı, görenlerin nefesini kesecek kadar güzel yüzlü ve güzel endamlı idi. Ayrıca atletik ve son derece etkili bir yapısı vardı ve çok kuvvetli idi.



Peygamberimiz (sav)’in Şemaili



Osmanlı döneminin önemli alimlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa Peygamber Efendimizin anlatılan özelliklerini bir özet haline getiren bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması Kısas-ı Enbiya adlı eserinin IV. cüzünde, "Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye" başlığı altında gerçekleşmiştir:



"… Mübarek cismi güzel, hep azası mütenasip (uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan), endamı gayet matbu, alnı ve göğsü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun ve mevzun (yakışıklı, her bir vasfı ölçülü) ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Mubarek cildi ise ipekten yumuşak idi.



Kemal-i itidal üzere büyük başlı, hilal kaşlı, çekme burunlu, oval yüzlü idi.



Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık, fakat kaşları birbirine yakın idi,



O Nebiyy-i Mücteba (seçilmiş, kıymetli peygamber), ezherüllevn (rengi nurlu, parlak) idi; yani ne ak, ne de kara esmer, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail (benzer) beyaz ve, nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur lemean (parlardı) ederdi. Dişleri, inci gibi abdar (parlak, sağlam vücutlu) ve tabdar (ışıklı, parlak, büklümlü, kıvrımlı) olup, söylerken ön dişlerinden nur saçılır; gülerken, fem-i saadeti (saadetli ağzı), bir latif (mülayim, yumuşak, nazik, güzel) şimşek gibi ziyalar (ışıklar) saçarak açılır idi…



Alem-i bekaya (geride kalanların dünyasını) rihlet (göçmek, ölmek) buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmaya başlamış başında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz var idi.



Havassı (duyular) fevkalade kavi (sağlam, kuvvetli) idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. Elhasıl (sözün özü), en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücud-ı mes'ud (mutlu vücudu) ve mübarek idi… Onu ansızın gören kimseyi sevgi alırdı ve Onunla ülfet ve musahabet (sohbetler, konuşup görüşmeler) eyleyen kimse, Ona can ü gönülden aşık ve mühib olurdu. Ehl-i fazl'a (kerem, ilim sahibi), derecelerine göre ihtiram (hürmet, saygı) eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade (çok bol, fazladan) ikram eylerdi. Lakin (ancak) onları, kendilerinden efdal (daha faziletli, daha layık, daha iyi) olanların üzerine takdim etmezdi.



Hizmetkarlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi.



Sahi (cömert, eliaçık, herkese iyilik etmek isteyen) ve kerim (herşeyin iyisi, faydalısı), şefik (şefkatli, esirgeyen, merhametli) ve rahim (rahmet edici, bağışlayan), şeci (kahraman, yiğit) ve halim (yumuşak huylu, hoş muamele yapan) idi. Ahd ü va'dinde (söz vermede) sabit, kavlinde (sözünde) sadık idi. Elhasıl (neticesi)- hüsn-i ahlakça (ahlak güzelliği) ve akl-ü zekavetçe (keskin anlayışı olan akıl) cümle(bütün, tam) nasa (insanlara) faik (üstün, üstünde) ve her türlü medh ü senaya (övgüye) layık idi.



Yemede, giymede kadar-ı zaruret (yoksulluk derecesinde) ile iktifa (yetinir) ve ziyadesinden (fazlasından) iba eylerdi (çekinirdi)."77



Peygamber Efendimizin nübüvvet (peygamberlik) mührü



Allah, Hz. Muhammed (sav)'i alemler üzerine seçmiş ve onun "peygamberlerin sonuncusu" (Ahzab Suresi, 40) olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra hiçbir peygamber gönderilmeyecektir ve Kuran insanlara hidayet rehberi olarak gönderilen en son kitaptır. Allah, Peygamber Efendimizin bu eşsiz özelliğini onun mübarek vücudunda bir izle tecelli ettirmiştir.



İslami kaynaklarda ve rivayetlerde Peygamber Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan bu işarete "nübüvvet mührü" ismi verilir. Peygamberimiz (sav)'in mührüne benzer peygamberlik işaretlerinin diğer peygamberlerde de olduğu, ancak Peygamberimiz (sav)'inkinin daha farklı olduğu el-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih (ra)'den şöyle nakletmiştir:



"… Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni (şamet'ün-nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira Onun peygamberlik

Cabir b. Semüre (ra) anlatıyor:




"Ben Resulullah Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan nübüvvet mührünü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi."79



Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) naklediyor:



"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizin vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüş) hakkındaki hadisi bütün uzunluğu ile zikreder ve:



"Kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü vardı. Ve O, peygamberlerin sonuncusudur" derdi.80



Ebu Nadre (ra) anlatıyor:



"Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin peygamberlik mührünün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu söyledi."81


"İki küreği arasında peygamberlik mührü yer alıyordu. Bu mühür sağ omzuna daha yakındı."82




Muhammed b. Müsenna, Muhammed b. Hazm, Şu'be Simak (ra)'dan:



"Cabir İbn-i Semure'nin şöyle dediğini duydum: Resulullah (sav)'in sırtında mühür gördüm: güvercin yumurtası gibi idi."83











Peygamber Efendimizin saçı



Peygamber Efendimizin saçının uzunluğu ile ilgili farklı tarifler vardır. Tarifler arasında böyle bir farklılık olması ise doğaldır, çünkü bu bilgileri aktaranlar Peygamber Efendimizi farklı zamanlarda gördükleri için, saçının uzunluğu da farklı olmuş olabilir. Ancak bu tariflerden anlaşılan Peygamberimiz (sav) saçını en kısa kulağı hizasında, en fazla ise omuzlarına kadar uzatmıştır.



Enes b. Malik (ra) anlatıyor:



"Hazreti Peygamberin saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı."84



Hazreti Aişe (ra) validemiz anlatıyor:



"Resulullah'ın mübarek saçları, kulakları ile omuzları arasındaydı. Allah'ın selat ve selamı üzerine olsun."85

MERHAMET....