25 Eylül 2011 Pazar

hz.Muhammed (s.a.v.) canım Peygamberim..





19MAY
“Ey insanlar! size iki şey bıraktım ki,onlara yapıştığınız müddetçe benden
sonra asla sapıtmazsınız.
Allah’ın kıtabı ve benim sünnetim.”
Cenab-i Hakk’ın en sevgili kulu,insanların en faziletlisi,Peygamberlerin
sonuncusu ,iki cıhan Sultanı
ve hidayet yolunun rehberi Hz.Muhammed (s.a.v.) anlamak,anlatmak ve uymak ..
İşte bunlar ,Cenab-i Hakk’ın sonsuz Rahmetine mazhar olma vesiledir..
Rasulüllah’ın yolunda gidenler ,Cennete ,Allah’ın rızasına ,sevgisine ve
lütfüna
Allah’ın vaadiyle hak kazanmışlar..
Efendimiz (s.a.v.) butün insanlığa hatta kainattaki butün yaratılmışlara
rahmet oldu..
insanık haysiyetini kaybetmiş sineleri,şeref ve haysiyetine kavuşturarak
gönüllerdeki muhabbet sarayının sultanı oldu..
Peygamberi efendimiz (s.a.v.) bize müslümanca yaşamayı öğretti..
otururken,kalkarken,yerken,içerken,konuşurken ,gülerken ,bizi baskalarından
ayıran bir hayat tarzından söz etti..
Bizi görenlerin “bu insan müslüman “diyeceği bir yaşama üslübuna sahıp
olmamızı tavsiye etti..
Hz.Muhammed vefatına kadar sade bir hayat sürdü..
Hasır üzerinde yatar,arpa ekmeği yerdi..
Karşısında çıkan insana öyle içten davranırdı ki,herkes kendisinin onun
katında en
sevimli kimse olduğunu sanırdı..
Düşmanlarını affetmiş hoşgörü timsali olmuş,iyilikle zulmün zincirlerini
kırmış,
insanlığa sevgi ders vermişti ..

O (S.A.V.) öyle bir hayat yaşamıstı ki,nefes alışından gülümseyişine kadar
hikmet
üzerinde tek leke dahi bulunmayan bir hayat sürmüştü..
“Kainatın övüncüsü”
“Varlığın Efendisi”
“En hayırlı insan”
“”Allah’ın sevgilisi”
“Rahmet Peygamber”övgüleriyle anılır hep…
Samimi,saf,temiz sevgi dolu bir kalb ile ,bütün insanlığa hala ışık tutuyor,
ve kurtuluşa çağırıyor…
Mevlamız (c.c.) cümlemize sünnet Muhammedi’yeyi öğrenmeyi ,
öğretmeyi ve hakkıyla yaşamayı nasıp eylesin.AMİN

gel ey sevgili
Mekke kokularıyla gel ey sevgili..
Medine’nin tozuyla gel..
Gel ki Vuslat görsün Alem..
Gel ki Ey can,
Hasret bir damla kan
içime damliyor her an..

Gel Ey canım Efendim
yüreğimiz azad olsun..
Şahlanan bu zülümler
ne olur yeniden uyusun!!
Gel ey canım Efendim..
Bırakma bizlere yetim..

17 Eylül 2011 Cumartesi

Yıldızların kayması veya doğmasının insanların doğum veya ölümleriyle ilişkisi var mı?






Esasen yıldızların doğması veya kayması, Allah’ın kâinatta cereyan eden kanunları çerçevesinde meydana gelen birer olaydır.
“Güneş ve ay ne kimsenin hayatı ve ne de onun ölümü için tutulur. Bilakis onlar Allah’ın ayetlerinden birer ayettir/sonsuz ilim, kudret ve hikmet belgelerinden birer belgedir.”(Kenzu’l-ummal, h. No: 21554)
manasına gelen hadis rivayetinde de bu hususa işaret edilmiştir.

Diğer uzun bir hadiste Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:
“...Eski zamanlarda bazı kimseler güneş ve ayın tutulması veya yıldızların kaymasını, bir kısım büyük insanların ölümünden ötürü olduğunu söylüyorlardı, bu söyledikleri tamamen yalandır. Bunlar Allah’ın ayetlerinden birer ayettir / kudret ve hikmet belgelerinden birer belgedir.”(Kenzu’l-ummal, h. No: 38818)
Bu işin bir yönü; yani yıldızların, ay ve güneşin insanların ölüm veya doğumlarını bilmediğini ve ona göre ayarlanmadığını vurgulayan yönüdür. Ama bunların bazı olaylara alamet olduğu, onlara işaret ettiğine dair bir yönü de vardır. Mesela, Hz. Mehdi’nin çıkmasının alamet olarak aynı Ramazan aynın başında ayın, sonunda da güneşin tutulacağına dair bilgiler  vardır. Bu rivayetlerden şunu anlamak gerekir: Hz. Mehdî çıktığı için ilgili Ramazan ayında ay ve güneş tutulmuş değildir. Bilakis ay ve güneşin ilahî takdirde peş peşe tutulacağı o Ramazanda Hz. Mehdî’nin ortaya çıkması da takdir edilmiştir ki, bu büyük olan o büyük hadiseye bir alamet olsun, birileri ondan ders çıkarsın. 

Yine Birinci Cihan Harbi'nin başlarında güneş tutulmuştu, ayrıca bir kuyruklu yıldız doğmuştu ve bu ender olaylar, savaş felaketinin bir habercisi olarak yorumlanmıştı.

Bu gibi olaylar bir sebep-sonuç determinizmi içerisinde değerlendirmek yanlıştır. Doğrusu, bu bir iktirandır; iki olayın –ilahî takdire uygun olarak- aynı zamanda meydana çıkmasıdır. Söz gelimi, ne kuyruklu yıldız Birinci Cihan Harbi'ne sebep olmuş, ne de Birinci Cihan Harbi kuyruklu yıldızın doğmasına neden olmuştur. Her iki olay da Allah’ın ezelî ilminin çizdiği kader çizelgesine göre anı zamanda meydana gelmiştir ve insanlar için biri diğerine bir alamet olarak gün yüzüne çıkmıştır.

Acaba kainatta meydana gelen olayların arkalarında yatan gizli gerçekler ne olsa gerektir?

Konunun en açık örneklerinden birine Risale-i Nur Külliyatından On Beşinci Söz’de rastlamak mümkündür. Bediüzzaman Hazretleri bu bölümde
“Celalim hakkı için biz o Dünya Semayı takım takım kandillerle donattık ve onları şeytanlar için (rücum) atmalar yaptık...” (Mülk, 67/5)
ayetinin tefsirini yapar. Ayetin ifadesine göre halk dilinde ‘yıldız kayması’ diye tabir edilen semavi hadise, aslında semaya doğru yükselip oradan bir kısım haberlere muttali olmaya çalışan habis ruhlara, melaike tarafından bir kısım şihab ve ateş şulelerinin atılmasından ibarettir. Mele-i alanın sakinlerine ve onların muhaverelerine değil de Dünya Semaya, yani ancak yakın semaya kadar yükselebilen şerir ruhlar, bu yakın semadan bir şeyler araklamaya, geleceğe ait bir kısım haberler hırsızlamaya teşebbüs ederler; bu teşebbüse mukabil de semanın sakinleri tarafından ateşli mancınık toplarına, alevli mermilere tutulurlar. İşte bu muharebenin tezahürü de bizim yıldız kayması diye tabir ettiğimiz hadise şeklinde ortaya çıkar.
Bu açıllmaya göre madem semadan yağmur, ziya, hararet, bereket, melaike ve ervah gibi maddi-manevi bir çok şey zemine nüzul ediyor ve hakeza zeminden semaya doğru da buhar, akıl, hayal, cesetlerini çıkarmış ervah-ı emvat, enbiya ve evliya ruhları uruc ediyor; elbette bunu takliden bir kısım habis ruhlar da semaya çıkmak isteyecek ve çıkacaklardır. Çünkü vucutça letafet ve hıffetleri vardır. Hem şüphesiz tard edilip kovulacaklardır. Çünkü mahiyetçe şeraret ve nühusetleri vardır. Hem yine şüphesiz bu tard ve kovulma hadisesinin bizim alemimizde bir görüntüsü olacaktır. Zira insanın alemde müşahitlik, dellallık ve nezaret vazifesi vardır. Madem insanın böyle bir vazifesi vardır; bahar öncesinde yağmur vasıtası ile baharı insana haber veren Cenab-ı Hak böyle ehemmiyetli bir semavi hadiseyi, bir kısım vesilelerle haber verecek ve insanı bu semavi mübarezeye müşahit kılacaktır ve kılmıştır.

İşte Kur’an böyle bir kevni hadiseyi bize aktarırken aslında gözlerden nihan olan bir kısım manevi vukuatı bizlere haber vermekte ve bu vukuatın taşıdığı şu üç gizli hakikati talim buyurmaktadır:

a. Demek ki yeryüzünde insan bazında devam ede gelen hayır-şer mücadelesi, semada habis ruhlar ile melaikeler arasında dahi cereyan ediyor.

b. Demek ki yeryüzünde hayrı temsil eden ve ubudiyet ile sorumlu bulunan toprak alaşımlı arz sekenesi insan bulunduğu gibi, sema da da aynı vazife ile muvazzaf nur alaşımlı ışıklı yıldız ve gezegenlerin sekenesi melaike bulunuyor.

c. Demek ki semadan kayan ışıklar hiç bir anlam taşımayan bir yıldız kayması olmayıp, semanın haberlerine yönelik casusluğa uğraşan habis ruhların maksatlı mermilerle taşlanması oluyor. Ve insanın bu hadiseye şahit olduğunda belki dilek tutması değil, bilakis Cenab-ı Hakk'ın rububiyet-i ammesi ile kainatta, yerde ve semada nasıl tecelli ettiğini, bu habis ruhları şihablar ile nasıl terbiye ettiğini, hikmet ve tedbiri gereği bu terbiyeden bizleri nasıl haberdar ettiğini düşünmesi ve tedbirine "Ya Müdebbir!", hikmetine "Ya Hakim!", bu umumi mubareze ile ortaya koyduğu terbiyesine “Subhanellahi ve Bihamdihi Subhanellahilazim!” ile mukabele etmesi gerekiyor.
İslam Dinine göre insan geleceği bilemez, gelecekten haber veremez; ancak bilimsel veriler ve olaylardan yola çıkarak gelecek hakkında tahmin yürütülebilir ve bu veriler ışığında tedbir alabilir.

Bu bağlamda İlm-i Nücüm da denilen Astronomi ilminin İslam İlimleri arasında önemli bir yeri vardır. Ancak İslam Dini açısından astroloji ilmi olandan hareketle olması gereken üzerinde durmaktır; yoksa kâhinlik yapmak yoluyla insanların ve dünyanın geleceği (kaderi) hakkında konuşup hüküm vermek değildir. Zaten medyum ve kâhinler veya falcılık yoluyla gelecek hakkında akıl yürütüp tahminde bulunmayı İslam Dini reddeder.

Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Hiç şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında gündüz ve gecenin peşi peşine gelmesinde akıl sahipleri için apaçık deliller vardır." (Al-i İmran, 3/190)
"O senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye Güneşi bir ışık kaynağı, Ayı bir nur yapan ve ona menziller takdir edendir. Allah bütün bunları (boş yere değil) ancak hak (ve hikmet) ile yarattı. O bilecek bir topluluk için ayetlerini birer birer açıklar." (Yunus, 10/5)
"Güneş de Ay da bir hesapla hareket eder." (Rahman, 55/5)
"Gökte burçlar yaratan ve orada bir kandil (Güneş) ve ışık saçan bir Ay meydana getiren Allah'ın şanı ne yücedir!" (Furkan, 25/61)
"Ne Güneşin Aya çarpması ne de gecenin gündüzü geçmesi mümkündür. Onların her biri bir yörüngede yüzmektedirler." (Enbiya, 21/33)
Bu ayetler gibi daha birçok ayette kâinattaki harika nizama işaretler vardır.

Yine Kur'an-ı Kerim'de burçlarla ilgili ifadeler de bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in 85. suresinin adı da Burûc; burçlar suresidir. Burçlarla ilgili ayetler ise şunlardır:
"Andolsun, biz gökte burclar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik." (Hıcr, 15/16)
"Göğe burçlar yerleştiren, orada bir ışık kaynağı (güneş) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın şanı çok yücedir." (Furkan, 25/61)
"Burclarla dolu göğe andolsun." (Burûc, 85/1)
Görüldüğü gibi burçlar insanlara hizmet etmek üzere, Allah'ın gökyüzüne yerleştirdiği gök cisimleridir. Burçlar mahlûktur. Burçları yaratıcı kabul etmek mümkün olmadığı gibi, falan burçtan dolayı şu iş şöyle oldu veya olacak demek de mümkün değildir. Burçları yaratıcı veya insanların işlerini düzenleyici olarak kabul etmek; insanı şirke götürür.

Kur'an-ı Kerim'de geçen burç ifadesiyle falcıların fal bakmak için kullandıkları burç ifadeleri arasında ancak ses benzerliği bulunmaktadır, anlam birliği bulunmamaktadır.

Dinimiz kehanet, medyumluk ve falcılık gibi her türlü gaipten ve gelecekten haber verme anlamında kullanılan astroloji anlayışını reddeder ve böyle iddialarda bulunan kimselerin sözlerine itibar edilmemesini ister. Yani kâhinlerin, falcıların ve medyumların sözlerine itibar edilmesi kesin olarak yasaklamıştır.

9 Eylül 2011 Cuma

Edeple Geçen Bir Ömür




Peygamberimiz (sav)'in çok güzel bir ahlaka sahip olduğunu Allah Kuran'da bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını'. Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. (Kalem Suresi, 1-7)

Allah bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)'in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir.
Peygamberimiz (sav)'in de "İmanın kemali, güzel ahlakladır"4 sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir.

Bu bölümde, Peygamber Efendimiz (sav)'in Kuran'da zikredilen güzel ahlak özelliklerinden bazılarına yer verilecektir.
PEYGAMBERİMİZ (SAV) SADECE KENDİSİNE VAHYOLUNANA UYMUŞTUR

Peygamberimiz (sav)'in Kuran'da da çok kereler zikredilen en önemli özelliklerinden biri, sadece Allah'ın indirdiğine uyması, insanların rızasını gözetmeden, insanlardan çekinmeden sadece Allah'ın bildirdiklerini yapmasıdır. Hatta, çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran'ı ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur. Bir ayette Allah, Peygamberimiz (sav)'in bu insanların ısrarlarına nasıl karşılık verdiğini bizlere şöyle haber vermektedir:
Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Yunus Suresi, 15-16)

llah, kavminin bu tavırlarına karşılık Peygamberimiz (sav)'i birçok ayetiyle uyarmıştır. Örneğin Maide Suresi'nde şöyle buyrulur:

Hamid Aytaç. Celi Sülüs Levha. Hadis-i şerifte; "Hz. Peygamber, insanların en hayırlısı insanların faydalı olanıdır" buyrulmuştur.
Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49)

Peygamberimiz (sav) de Allah'ın kendisine indirdiğinden başkasına uymayacağını büyük bir kararlılıkla kavmine tekrarlamıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu üstün ahlakını haber veren bir ayet şöyledir:
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 50)
Peygamberimiz (sav)'in, Allah yolunda kararlı ve sebatlı olması ile hak din, en güzel ve en doğru şekliyle insanlara bildirilmiştir. İnsanların büyük bir bölümü ile kıyas yapmak Peygamberimiz (sav)'in bu üstünlüğünün daha da iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Günümüzde de geçmişte de insanların büyük bir bölümü zaaflara, hırslara, tutku dolu isteklere sahiptirler. Büyük bir çoğunluğu ise dini kabul etmelerine rağmen bu zayıflıklarına yenilirler. Zaaf ve tutkularını terk etmek yerine dinin hükümlerinden tavizler verirler. Örneğin dostlarının, eşlerinin, akrabalarının ne diyeceğinden çekinerek dinin bazı hükümlerini yerine getirmezler. Veya dine uymayan bazı alışkanlıklarını terk edemezler. Bu nedenle, dini kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendilerine uyan hükümlerini kabul eder, diğerlerini görmezden gelirler.
Peygamberimiz (sav) ise, bu tür insanların isteklerine hiçbir zaman taviz vermemiş, Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak Kuran'ı insanlara tebliğ etmiştir. Allah, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu takva özelliğini Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 1-5)

Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)
..........................................................................................................................