25 Aralık 2011 Pazar

Evimizin Bereketli Olması İçin








1- Namazı tadili erkan ile kılmak. Hadis- Şerifte “Bir adamı namazın ruku ve secdesini hafifletir (tadili erkanı terk eder) görürseniz onun çoluk çocuğuna acıyınız”(Ruhul Beyan) Yani tadili erkanı terk eden maişet darlığına düşer, tadili erkana riayet eden ise maişet genişliğine kavuşur.


2- Zekatını tam, hatta fazla fazla vermek. Malın şükrü mal iledir. Yani zekat, malın şükrüdür. Ayeti Kerimede “…Eğer nimetime şükrederseniz onu elbette ve elbette çoğaltırım…” (Sure-i İbrahim 7) buyurmuştur. Yani zekat, malı hem telef olmaktan muhafaza eder, hem de ilahi hazineden artmasını temin eder,

3- Sabah vakti uyanık olmak. Hadis-i Şerif “Sabah uykusu rızka manidir” (Tergib) Yani bir müslüman sabah namazını ve manevi ilticalarını ihmal etmemelidir. Rızıkların dağılması sabah namazından sonra olur. Manevî rızıkların dağılması ise ikindi namazından sonradır. Bu iki vakitte uyumamaya dikkat etmelidir!

4- Vakıa suresini okumaya devam etmek. Hadisi Şerif “Kim ki vakıa süresini her gece okursa ona ebediyyen sefalet isabet etmez, kim ki bu sureyi her sabah okursa ona ebediyyen fakirlik yaklaşmaz.”

5- Duha namazına devam etmek. Duha namazı güneş doğduktan 25dakika sonra başlayıp öğle namazına 15 dakika kalıncaya kadar kılınan ve en büyük fiili teşekkür olan 2 rekatlık nafile namazdır. Duha (teşekkür) yada işrak namazının ilahi ücretinin %75’i dünyada verilir.

6- Güneş doğarken 1 “Euzu”, 300 “besmele” ve 100 “salavat-ı şerife” okumaya devam edenleri ummadıkları yerden Allahu Teala rızıklandırır ve bir sene geçmeden zengin (nisaba malik) hale getirir.(Tefcirut Tesnim Sh.18)

7- Namazlardan sonra okunması sünnet olan tesbihatı (33 sübhanellah, 33 elhamdülillah, 33 Allahu Ekber) okumayı asla terke etmemek. Çünkü kelime-i tenzih (sübhanellah) günahları söküp atar, kelime-i tahmid (Elhamdülillah) her türlü nimete şükürdür, kelime-i tekbir (Allahu Ekber) ise kulun ibadetini ve tevbesini Allahu Tealaya layık hale getirir.

8- Yemeklerden sonra mutlaka yemek duası yapmak. Duaya başlarken 3 kere “elhamdülillah” denilmesinde ki hikmet: Kul birinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde Cenab-ı Hak ‘Kulumun şükrü bana ulaştı’ der, ikinci defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ‘sana nimetlerimi artıracağım’der, üçüncü defa ‘elhamdülillah’ dediğinde ise ‘kulumu affettim’der.

9- Nimeti israf etmemek, ayakta su içmemek, ekmek kırığını toplamak ve tabağı sünnetlemek.

10- Sıkıntılı yada borçlu kimse her sabah 1000 defa " Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm " e devam ederse sıkıntılarından kurtulur. [Şir’a]

11- "Bir kimse evine geldiğinde Fatiha ve İhlâs Sûresini okursa, Cenâb–ı Hak o evden fakirliği giderir, onun yerine huzur ve bereket ihsan eder."

12- " Vedduha suresini hergün sabah namazından sonra 11 defa okuyan kimsenin rızkı bol ve maişeti geniş olur.Herşeyde muvaffakıyet yolu açılır

13- Kureyş suresini sofraya oturulduğunda yemek üzerine “Bismillahirrahmanirrahim" ile beraber okunursa ve ondan yenirse Allah(c.c) o yemeği bereketli ve mübarek kılar.

Alıntıdır

20 Aralık 2011 Salı

Mallarınızı zekat ile koruyun






Sual: Zekâtın önemi nedir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde, çok yerde namazla zekât beraber bildiriliyor.(Namazı kılın, zekâtı verin) buyuruluyor. Zekât vermeyene, Allah lanet eder. Kıtlıklara maruz kalır, temiz malını kirletmiş olur, o mal telef olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah’a ve Resulüne inanan, zekât versin!) [Taberani]

(Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar]

(En faziletli ibadet namaz, sonra zekâttır.) [Taberani]

(Hastayı sadakayla, malı zekâtla koruyun!) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, malınızın temizlenip güzelleşmesi için zekâtı farz kıldı.) [Hakim]

(Zekât vermeyenin namazı kabul olmaz.) [Taberani] (Zekât vermemek haram olduğu için, böyle günahkârın kıldığı namaz, sahih olup borcu ödenirse de, namazdan hâsıl olacak sevaba kavuşamaz.)

(Zekat vermeyen kimseye Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai]

(Zekat vermeyen, temiz malını kirletmiş olur.) [Taberani]

(Zekat vermeyen kimse, kıyamette ateştedir.) [Taberani]

(Zenginlerin zekâtı fakirlere kâfi gelmeseydi, Allahü teâlâ fakirlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir.) [El-Askeri] (Eli ayağı tutup da çalışabilenlerin zekât istemesi haramdır. İstemediği halde kendisine zekât verilirse, alması günah olmaz. Zekât, nisaba malik olmayıp çalışamayacak kadar hasta, sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ böyle fakirleri milletin içinde kırkta bir oranında yaratmıştır.)

(Zekat vermeyen bir toplum, rahmetten, iyilikten mahrum kalır. Hayvanlar da olmasa, hiç rahmet görmezlerdi.) [Taberani]

(Zekatı verilmeyen mallar, karada, denizde telef olur.) [Taberani]

(Zekatını veren o malın şerrinden korunmuş olur.) [Beyheki]

Resulullah efendimiz, (Zekâtı verilmeyen mallar, ejderha olup sahibinin boynuna sarılır) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu:
(Hak teâlânın ihsan ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki kendilerine kötülük etmiş oluyorlar. O mallar Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp baştan ayağa kadar onları sokacaktır.) [Âl-i İmran 180]

Bu acı azaplardan kurtulmak için, malların zekâtını, tarla mahsullerinin, sebze ve meyvenin uşrunu vermek şarttır. Zekât kırkta bir, uşur onda bir verilir. Kur’an-ı kerimde, (Malı, parayı biriktirip zekâtını vermeyene çok acı azabı müjdele! Zekâtı verilmeyen mal, para, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahibinin alnına, böğrüne, sırtına mühür gibi basılacaktır) buyuruldu. (Tevbe 34, 35)

Namaz kılmayan, oruç tutmayan bir Müslümanın da zekât vermesi gerekir.

Zekât vermemek ve borcunu ödememek haramdır. Din kitaplarında, (Haram işleyenin, haram yiyenin duası kabul olmaz) ve (Farz borcu olanın nafileleri kabul olmaz) buyuruluyor. Zekât vermeyen zengin, binlerce fakirin hakkını gasbetmiş olduğu için ve Allahü teâlânın emrini yapmadığı için, bunun hiçbir hayratı, hasenatı kabul olmuyor. İmkânı varken borcunu ödemeyen de, böyle haklar altında kalmaktadır.

Fakire verilen altın, onu zengin edecek kadar fazla olmamalıdır. Borçsuz fakire nisap miktarı veya daha çok zekât vermek, mekruh olarak caizdir. 10 gr altın kadar borcu varsa, 100 gr altını alması mekruh olmaz. Altınla gümüş, ne niyetle saklanırsa saklansın ticaret eşyasıdır. Nisap miktarıysa zekâtı verilir.

Bir günlük yiyeceği olanın, zekât veya sadaka istemesi haramdır; fakat istemeden verilen sadakayı, zekâtı alması caizdir. Zekâtı muhtaçlara vermelidir.

Sual: Tevbe suresi 34. âyetinde, (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyene çok acı bir azap vardır) deniyor. Burada, para biriktirmek yasaklanmıyor mu?
CEVAP
Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklamıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Zekâtı verilen mal, kenz değildir.) [Ebu Davud, Hâkim, Hatib] (Kenz, biriktirip saklanan, faydalanılmayan mal, define demektir.)

Müslümanın malında, zekâttan başka, kimsenin hiçbir hakkı yoktur. Resulullah efendimiz, (Malda zekâttan başka hak yoktur) buyurdu.(Ahkâm-üs-sultaniyye)

15 Aralık 2011 Perşembe

İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK (CEM‘)





Cem‘ kelimesi, sözlük anlamı itibariyle “iki veya daha fazla şeyi bir araya getirmek, toplamak” anlamlarına gelir. Cem‘in fıkıhtaki terim anlamı ise, “birbirini takip eden iki namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşipeşine kılınması”dır. Eğer bu birlikte kılma birinci namazın vaktinde ise buna cem‘-i takdîm, ikincisinin vaktinde ise cem‘-i te'hîr denilir. 
Âlimler, hac zamanında Arafat'ta öğle ile ikindinin öğle namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i takdîm) ve Müzdelife'de akşam ile yatsının yatsı namazının vaktinde birlikte kılınması (cem‘-i te'hîr) konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu iki yer dışında iki namazı cemederek birlikte kılmanın câiz olup olmadığında ve cemetmeyi câiz kılan mazeretlerin neler olduğunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. 
Hanefî mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife'deki cem‘in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi câiz görülmez. Bununla birlikte Hanefîler'e göre yolculuk, yağmur gibi cem‘i mubah kılan mazeretlerin bulunması durumunda şöyle bir cem‘ uygulaması mümkündür: Bir namaz (öğle veya akşam), diğer namazın (ikindi veya yatsı) vaktinin girmesine yakın bir zamana kadar geciktirilip, bu namazın kılınmasından sonra diğerinin vaktinin girmesi ve bu namazın da kendi vaktinde kılınması mümkündür. Bu uygulamada, bir namaz hemen diğerinin ardından kılındığı için buna “cem‘ü'l-fiil” ve “cem‘ü'l-muvâsala” denildiği gibi, bir namaz son vaktinde diğeri de ilk vaktinde olmak üzere her namaz kendi vakti içinde kılınmış olacağı için buna “mânevî cem‘” ve “şeklî (sûrî) cem‘” de denilir. Bu şekildeki cem‘, yukarıda tanımı verilen gerçek anlamda bir cem‘ değildir. Çünkü bu uygulamada vakit değil, fiil birleştirilmektedir. 
Ebû Hanîfe, arefe günü Arafat'ta birlikte kılınan öğle ve ikindi namazının cemaatle kılınmasını şart koştuğu halde diğer mezhepler bu şartı aramazlar. Cem‘ ile namaz kılınırken bir ezan okunur, fakat iki namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. Öğle namazının farzı eda edildikten sonra sünnet kılınmaksızın ikindi namazına geçilir. İkindi namazı öğle namazına tâbi olduğundan, öğle namazı herhangi bir nedenle sahih olmamışsa ikindi namazının da öğle ile birlikte iade edilmesi gerekir. Müzdelife'de ise akşam ile yatsı namazı tek ezan ve tek kamet ile kılınır. Akşamın farzı ile yatsının farzı arasında sünnet namaz kılınmaz. Arada sünnet kılınmışsa yatsı için tekrar kamet getirilir. 
Diğer mezheplerde cem‘, belirli sebep ve şartlarla câiz görülmüştür. Şiî-Ca‘ferî mezhebinde ise, hiçbir mazerete gerek olmaksızın iki namazın bir vakitte cemedilmesi câizdir. Cem‘i kabul edenlere göre, iki namazın cemedilmesini câiz kılan sebepler, ayrıntıdaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa şunlardır: 1. Yolculuk (sefer), 2. Yağmur, çamur, kar, dolu, 3. Hastalık, 4. İhtiyaç ve meşguliyet. 

1.     Yolculuk. Hanefîler dışındaki çoğunluk âlimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem‘ yapılmasını câiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır. Buna göre Mâlikîler, cem‘ yapmanın câiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbelîler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her hâlükârda cem‘ için bir mazeret olduğunu söylerler. Bu noktada Şâfiîler, Mâlikîler'in ve Hanbelîler'in aksine, ayrı bir şart ileri sürerek, cem‘ yapmayı câiz kılan yolculuğun, herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını câiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler. Bu arada yolculuğun türüne ve amacına bağlı olarak da bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kimi Mâlikîler, deniz yolculuğunu da sefer hük-münden istisna etmişlerdir. 

2.     Yağmur, Kar, Dolu. Yağmur, şiddeti konusundaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yolcu olmayan (mukim) kişiler için bir mazeret kabul edilmiş ve böyle günlerde namazın cem‘i belli şartlarla câiz görülmüştür. Mâlikîler ve Hanbelîler, sadece akşam ile yatsının mescidde cem‘-i takdîm olarak cemedilmesini câiz görürken, Şâfiîler buna öğle ve ikindinin cem‘ini de ilâve etmişlerdir. Bu ve benzeri sebepler, evde değil, sadece mescidde cemaatle birlikte cem‘ yap-mayı câiz hale getirir. 

Şâfiîler, yerlerin çamurlu olmasını cem‘ yapmayı câiz kılan mazeret kabul etmezken, Hanbelîler bunu bir mazeret saymış, Mâlikîler ise cem‘in câiz olabilmesi için çamurla birlikte zifiri karanlık durumunun bulunmasını şart koşmuşlardır. 

3. Hastalık. Mâlikîler'e göre hasta bir kişi, ikinci bir namazın vaktine kadar durumunun namaz kılamayacak derecede kötüleşeceğinden veya bayılacağından endişe ediyorsa, cem‘ yapabilir. Hanbelîler de hastalık sebebiyle meşakkat söz konusu olduğunda cem‘i câiz görmüşler ve emzikli kadını, istihâze kanı gören kadını, özür sahibi kişileri ve her vakit için abdest almaktan âciz olan kişileri de aynı hükümde tutmuşlardır. Şâfiîler'e göre ise hastalık sebebiyle cem‘ câiz değildir. 

4. İhtiyaç, Meşguliyet ve Sıkıntı. İhtiyaç ve sıkıntı sebebiyle cem‘ genelde câiz görülmemiştir. Cem‘ konusunda en geniş görüşe sahip olan Hanbelî mezhebinde sıkıntı ve meşguliyetin cem‘i câiz kılacağı söylenmektedir. Hanbelî fakihi Ebû Ya‘la'nın bu hususta getirdiği ölçü şudur: "Cumanın ve cemaatle namazın terkedilmesini câiz kılan her sebep, cem‘i de câiz kılar". İbâzî mezhebine göre ise, namazın vaktinde kılınmasında sıkıntı doğuran her mazeret cem‘ için bir sebep teşkil eder. İbn Sîrîn, İbn Şübrüme, Eşheb gibi ünlü âlimler ve bazı Şâfiî fakihleri, bir sebep olmaksızın cem‘ yapılmasını da -itiyat haline gelmemesi şartıyla- câiz görmüşlerdir. Saîd b. Müseyyeb'in de bu yönde bir fetvası bulunmaktadır. 

Mezheplerin cem‘ konusunda görüş ayrılığına düşme sebepleri üç noktada toplanabilir: 

1.     Namazların vakitlerini tayin eden hadisler yanında, cem‘ konusunda birbiriyle çelişir gözüken haberlerin bulunması. Bu durumda kimi âlimler, cem‘ konusundaki haberlerin, vakitlemeye ilişkin hadisleri tahsis ettiğini ileri sürerek cem‘i câiz görürken, kimileri de cem‘ konusundaki haberleri te’vil ederek cem‘e karşı çıkmışlardır. 

2.     Arafat ve Müzdelife'de cem‘ yapmanın meşrûluğunda ittifak vardır. Diğer zaman ve yerlerdeki namazın buna kıyas edilip edilmeyeceği tartışma konusu olmuştur. Bu kıyası câiz görenler, cem‘i de câiz görmüşlerdir. 

3.     Namazların müşterek vakitleri olup olmadığı noktasındaki tartışma da, cem‘ konusundaki görüş ayrılığının önemli bir nedeni olmuştur. 

Beş vakit namazın ilk ve son vakitleri, ayrıntıdaki ihtilâflar bir yana, bellidir ve herkes tarafından kabul edilmektedir. Ca‘ferî mezhebinin vakit anlayışı, Ehl-i sünnet'ten farklı olup, olağan durumlarda bile cem‘e imkân veren bir şekildedir. Şiîler genelde cem‘ yaparak namaz kıldıkları için, onların namazı üçe indirdiği zannedilir. 
Burada cem‘i câiz görenlerin ve câiz görmeyenlerin gerekçelerini tartışmayacağız. Hanefîler iki yer dışında cem‘i kabul etmemiş, diğer mezhepler belli mazeretler sebebiyle cem‘i kabul etmişlerdir. Hanefî mezhebinin görüşü, teorik olarak daha tutarlı ve savunulabilir olmakla birlikte, günümüzde cem‘in yapılmasının namaz kılanlara sağlayacağı birtakım kolaylıklar bulunmaktadır. Cem‘ yapmak sonradan ortaya çıkmış, uydurulmuş bir uygulama değildir. Nitekim Arafat ve Müzdelife'de cem‘ yapılacağını bütün mezhepler söylemektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber'in çeşitli zamanlarda ve çeşitli durumlarda iki namazı birleştirerek bir vakitte kıldığı yönünde rivayetler bulunmaktadır. Gerek Arafat ve Müzdelife'deki cem‘in, gerekse öteki rivayetlere göre çeşitli zamanlarda yapılan cem‘in gerekçesi ve hikmeti namaz kılanlara kolaylık sağlanmasıdır. Hz. Peygamber'in, korku ve yolculuk durumu olmaksızın da öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kıldığına dair rivayetler bulunduğu gibi (Muvatta, I, 144; Müslim, “Salâtü'lmüsâfirîn”, 49), bazı sahâbîlerin de cem‘ yaptığı nakledilmektedir. 
Cem‘in Arafat ve Müzdelife dışında câiz olmadığını savunan Hanefîler ise büyük ölçüde, namazların belli vakitlere göre belirlendiğini bildiren âyetlere (el-Bakara 2/238; en-Nisâ 4/103) ve Cibrîl'in peş peşe iki gün Hz. Peygamber'e imamlık yaparak namazların ilk ve son vakitlerini göstermesine dayanmışlardır. Bu âyetler ve bu rivayet, her bir namazın kendine özel bir vakti bulunduğuna ve bu vaktin öncesine veya sonrasına alınmasının câiz olmadığına delâlet etmektedir. Hanefîler ayrıca, namazın kasten geciktirilerek vaktinin çıkmasına yol açmayı tehditli ifadelerle yasaklayan hadislere ve İbn Mes‘ûd'dan gelen mukabil rivayetlere de tutunmuşlardır. 
Namaz için özel vakitler konulmuş ve bu vakitler namazın vücûbu için sebep kılınmıştır. Kur'an'da mücmel olarak belirtilen vakitler, Hz. Peygamber tarafından belirlenmiş ve namaz vakitleri tevâtürle sabit olmuştur; tevâtürle sabit olan bir şeyi de haberi vahidle terketmek kesinlikle câiz değildir. Şu kadar ki, namaz vakitlerini fiilî olarak uygulayan ve belirten Hz. Peygamber olduğu gibi, cem‘in meşruiyetini söz ve fiili ile belirten de odur. Sünnetin bir kısmı alınıp bir kısmı atılamayacağına göre, bunların arasını uzlaştırmak gerekir. 
Buna göre, olağan ve normal durumlar için beş vakit namazın vakitlerine titizlikle uyulması kuraldır. Ancak bazı özel durumlarda, ihtiyaç ve zaruret sahiplerine de cem‘ ruhsatı tanınmış olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Cem‘, bir ruhsat ve kolaylaştırmadır; gerektiğinde bu ruhsattan istifade edilmelidir. Sünnî fıkıh mezheplerine göre kural, her namazın kendi özel vaktinde kılınmasıdır. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda cem‘ yapılabilir. Namaz dinin direği kabul edildiği için, hiçbir mazeret nedeniyle terkine izin verilmemiş, fakat kılınabilmesi için birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Bu bakımdan olağan dışı durumlarda, alışkanlık haline getirmemek kaydıyla ve belirli şartlarla cem‘ yapılabilir. Namazı vaktinde kılmalarında bir sıkıntı ve güçlük söz konusu olan kişilerin, kendi durumlarını yukarıdaki bilgi ve ruhsatlar çerçevesinde değerlendirerek netice itibariyle Allah'a karşı şahsî sorumluluğunu ilgilendiren bu konuda kendilerinin karar vermesi en uygun olan yoldur. Ayrıca bilinmelidir ki, cem‘-i takdîm veya cem‘-i te’hîr yapmak, namazın amacının gerçekleşmesi bakımından, namazın kazâya kalmasından daha uygun bir çözüm olarak görünmektedir. 
Cem‘ Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar 
Sabah namazı hiçbir şekilde cemedilemez. Cem‘ yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı arasında olabilir. 
Şayet cem‘-i takdîm yapılacaksa, meselâ öğle ile ikindi, öğlenin vaktinde birlikte kılınacaksa, öğle namazına başlarken cem‘ yapmaya niyet etmek gerekir. Kimilerine göre, birinci namazı bitirmedikçe de niyet edilebilir. Cem‘-i tehîrde ise, birinci namazın vakti içerisinde cem‘ yapmaya niyet etmek gerekir. Aksi takdirde, namazı vaktinden sonraya ertelemiş olur ki bu haramdır. 
Cem‘-i takdîmde, sırayı gözetmek (tertibe riayet etmek) gerekir. Öğle ile ikindi cem‘ ediliyorsa önce öğle, sonra ikindi kılınmalıdır. Cem‘-i te’hîrde ise sıraya riayet edilmezse Hanbelîler'e göre sahih olur; Şâfiîler'e göre de sahih olmakla birlikte ikinci namaz kazâ olarak kılınmış olur.
Cem‘ yapılırken, iki namazın ara vermeksizin peşi peşine kılınması (muvâlât) gerekir. Mâlikîler, birlikte kılınan iki farzın arasına nâfile katmayı dahi uygun görmemişlerdir. Şâfiî ve Hanbelîler'e göre eğer cem‘ birinci namazın vaktinde yapılıyor (cem‘-i takdîm) ise, peş peşelik şarttır; ikinci namazın vaktindeki yapılıyor ise bu şart değildir. İki namaz arasında verilebilecek aranın belirlenmiş bir miktarı olmayıp, abdest alacak ve kamet getirecek kadar bir süre olduğu söylenmektedir. 
Akşam ile yatsının cem‘-i takdîm olarak birlikte kılınması durumunda vitir namazının ne olacağı konusunda da ağırlıklı görüş, bunun yatsı namazına tâbi olduğu ve dolayısıyla yatsı namazı kılındıktan sonra kılınabileceği yönündedir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

MUHARREM AYININ AMELLERi







Hamd, yalnızca Allah'adır.
Muharrem ayı, Arap aylarının ilki ve Allah'ın haram aylarının en meşhur olanıdır.

Nitekim Allah Teâlâ haram aylar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hükmünde (ve Levh-i Mahfuz'da yazılı olduğu), ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü haram aylardır.İşte dosdoğru dîn budur. O halde bunlarda nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, (desteği ve yardımı ile) takvâ sahipleriyle beraberdir." [Tevbe 36]

Ebu Bekra'dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki sıraya göre sürüp gitmiştir ( o da her yılın on iki ay, her ayın da yirmi dokuz ilâ otuz gün arasında olmasıdır).(Kamerî) yıl, on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü birbiri ardınca gelir. (Bu aylar) Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Cumâdâ ile Şa'ban arasındaki Receb Mudar'dır.[Buhârî; hadis no: 4662. Müslim; hadis no: 1679]

Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sâbit olduğuna göre, Ramazan orucundan sonra en fazîletli oruç, Muharrem ayı orucudur.

Nitekim Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Ramazan'dan sonra en fazîletli oruç, Allah'ın Muharrem ayı orucudur. Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz ise, gece namazıdır."[Müslim; hadis no: 1163]

Hadiste geçen (شَهْرُ اللهِ) ay lafzının Allah'a izâfe edilmesi (Allah'ın ayı denmesi), tâzim babındandır.

Molla Ali el-Karî -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Görünen o ki burada Muharrem ayı orucundan kasıt; Muharrem ayının tamamında oruç tutulmasıdır."
Fakat Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sâbit olduğuna göre o, Ramazan ayından başka hiçbir ayın tamamında oruç tutmamıştır. Yukarıda zikredilen hadis, Muharrem ayında çokça oruç tutmaya teşvik etmek içindir. Yoksa ayın tamamını oruç tutmaya teşvik etmek için değildir.

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Muhammed Salih el-Muneccid

 Birinci Gün:

Muharrem ayının ilk günü yıl başıdır ve bugünde iki amel yapılır:


1- Oruç tutmak. 

Reyyan b. Şebib İmam Rıza'dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir:

"Kim bugünde oruç tutar ve Allah'a dua ederse,
Allah Teala Zekeriyya'nın duasını kabul ettiği gibi onun duasını kabul eder."


2- İmam Rıza'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

Resulullah (s.a.a) Muharrem ayının ilk günü iki rekat namaz kılar,
namazdan sonra ellerini kaldırarak üç defa şu duayı okurdu:

"Allah'ım!
Sen kadim olan ilâhsın; bu ise yeni bir yıldır.
O halde bu yeni yılda senden şeytandan korunmayı,
sürekli kötülüğü emreden bu nefsime karşı güçlü olmayı
ve beni sana yakınlaştıracak şeyle meşgul olmayı diliyorum;
ey Kerim, ey yücelik ve ikram sahibi, ey desteği olmayanların desteği,
ey zahiresi olmayanın zahiresi, ey koruması olmayanların koruması,
ey sığınağı olmayanların sığınağı, ey dayanağı olmayanların dayanağı, ey birikimi olmayanların birikimi,
ey güzel imtihan -eden-, ey büyük ümit, ey zayıfların izzeti, ey boğulanları kurtaran,
ey helak olanları necat veren, ey nimet veren, ey güzel yapan, ey bağışta bulunan, ey ihsanda bulunan!
Sen öyle bir ilâhsın ki gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığı, ayın nuru,
güneşin ışıltısı, suyun gürültüsü, ağacın -yapraklarının- hışıltısı sana secde eder.
Allah'ım! Bizi -insanların- sandıklarından daha hayırlı ve üstün kıl ve insanların- bilmedikleri -kötülüklerimizi- bağışla
ve onların söyledikleri şeyden dolayı bizi cezalandırma.
Allah bana yeter. Allah'tan başka ilâh yoktur; O'na tevekkül ettik;
O yüce arşın Rabbi'dir; O'na iman ettik, her şey Rabbimizin indindendir; akıl sahiplerinden başkası anmazlar.
Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme,
bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok bağışta bulunansın."


Şeyh Tusî şöyle diyor:
Muharrem ayının ilk on gününde oruç tutmak müstehaptır.
Fakat Aşura günü öğleden sonraya kadar yemek ve içmekten sakınılmalıdır; ikindiden sonra ise çok az bir miktarda türbet yenir.
Seyyid İbn Tavus, bu ay boyunca her gün oruç tutmanın faziletli olduğunu
ve bu ayda oruç tutmanın, oruçlu kimseyi bütün günahlar-dan koruyacağını rivayet etmiştir.
Üçüncü Gün:

Bugünde Hz. Yusuf (a.s) zindandan kurtulmuştur;
kim bugünde oruç tutarsa, Allah Teala zor işleri onun için kolaylaştırır, o
ndan üzün-tüyü giderir
ve Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen bir rivayete göre duası kabul olur.



Dokuzuncu gün:

Tasua günü olan dokuzuncu gün. İmam Sadık'tan (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir:
"Tasua, İmam Hüseyin'le (a.s) yarenlerinin Kerbe-la'da kuşatıldığı, Şam ordusunun o hazreti öldürmek için bir araya toplandığı gündür.
O gün İbn Mercane'yle Ömer-i Sa'd etraflarında toplanan ordunun çokluğu nedeniyle sevinip İmam Hüseyin'le (a.s) yarenlerini zayıf saydılar,
kimsenin İmam Hüseyin'e (a.s) yardım etmek için gelmeyeceğine
ve Iraklıların o hazreti yalnız bırakacağına emin oldular."
İmam (a.s) sonra, "Babam feda olsun o zayıf garibe" buyurdu.
Onuncu Gece:

Onuncu gece Aşura gecesidir;
Seyyid İbn Tavus "İkbal" adlı ese-rinde bu gece için çok sayıda ve çok faziletli dua ve namazlar rivayet etmiştir.

Bunlardan biri yüz rekatlık namazdır; bu namazların her rekatında Fatiha suresinden sonra üç defa İhlas suresi okunur
ve namazları bitirdikten sonra da yetmiş defa şu zikir söylenir.

"Subhanellahi velhandulillahi vela ilahe illellahu vellahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim."


Diğer bir rivayette "el-aliyyu'l-azim"den sonra "istiğfar ederek bağışlanma dileyin" geçmiştir.



Yine gecenin son vakitlerinde dört rekat namaz kılmak, her rekat-ta Fatiha suresinden sora ayete'l-kursi, İhlas, Felak ve Nass surelerinin her birini on defa okumak ve selamdan sonra yüz defa İhlas suresini okumak bu gecenin müstehap amellerindendir.

Ayrıca bu gecede dört rekat namaz kılmak, her rekatta Fatiha suresinden sonra elli defa İhlas suresini okumakda müstehaptır;
bu namaz çok büyük bir fazileti olan Emirulmüminin Ali'nin (a.s) namazına uygundur.
Namazdan sonra Allah Teala çok zikredilir,
Resululla-h'a (s.a.a) çok salavat gönderilir ve mümkün olduğu kadar o hazretin düşmanlarına lanet edilir.

Bu gecede ihya etmenin fazileti hakkında ise şöyle rivayet etmiştir:
Bütün meleklerin yaptığı ibadet kadar ibadet etmiş olur;
o gecede ibadet etmek yetmiş yılın ibadetine bedeldir.
Kim bu gecede Kerbele'da olup İmam Hüseyin'i (a.s) ziyaret etmeye ve geceyi o hazretin yanıbaşında geçirmeye muvaffak olursa Allah Teala, şehitler arasında İmam Hüseyin'in (a.s) kanına bulanmış olduğu halde o hazretle birlikte mahşere çıkarır.