25 Temmuz 2010 Pazar

BERAT KANDİLİ



Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin proğramı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadr'in kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat'ta herbir amel-i sâlihin ve herbir harf-i Kur'anın sevabı yirmibine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhur-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyali-i meşhurede onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'anla ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır. ( Said Nursî Şualar: 505)
Hadislerle Berat Kandili
- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuşlardı:
“Recep, Allah’
ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır”. Mübarek Recep ayının ardından gelen Şaban ayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ayıdır. Bu mübarek ayın değerini bilerek, ibadetlerimizi yapmalı, alemlerin Rabbinden af dilemeliyiz.
Şaban ayının önemli özelliklerinden biri Beraat gecesi gibi müstesna bir gecenin bu ayın içinde bulunmasıdır.
Ebu Hüreyre Radıyallahu And’dan rivayet edildiğine göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimiz şöyle buyurmuştur:
—“
Şaban ayının on beşinci gecesinin ilk vaktinde Cebrail (a.s) bana geldi; şöyle dedi:
—“Ya Muhammed, başını semaya kaldır. Sordum.
—“Bu gece nasıl bir gecedir? Şöyle anlattı:
—“Bu gece, Allah-u Teala, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanların hemen herkesi bağışlar. Meğer ki, bağışlayacağı kimseler büyücü, kahin, devamlı şarap içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah-u Teala onları bağışlamaz.
Gecenin dörtte biri geçtikten sonra, Cebrail yine geldi ve şöyle dedi: "Ya Muhammed başını kaldır. Bir de baktım ki, cennet kapıları açılmış.
Cennetin birinci kapısında dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyor: "Ne mutlu bu gece rüku edenlere.
İkinci kapıdan dahi bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Bu gece secde edenlere ne mutlu".
Üçüncü kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece dua edenlere ne mutlu." Dördüncü kapıda duran melek dahi şöyle sesleniyordu: -"Bu gece, Allah'ı zikredenlere ne mutlu".
Beşinci kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Allah korkusundan ağlayan kimselere ne mutlu."
Altıncı kapıda duran melek dahi, şöyle sesleniyordu: "Bu gece Müslümanlara ne mutlu." Yedinci kapıda da bir melek durmuş şöyle sesleniyordu: "Günahının bağışlanmasını dileyen yok mu ki, günahları bağışlansın.
Bunları gördükten sonra, Cebrail'e sordum: "Bu kapılar ne zamana kadar açık kalacak?
Şöyle dedi: "Ya Muhammed, Allah-u Teala, bu gece, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azat eder."
- Hz. Ayşe Radıyallahu Anha anlatıyor: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri, Nıfs-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder."
Berat Gecesinin Mahiyeti ve Önemi
Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra
da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.
Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.
Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.
Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.
Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir. Âyetlerin meali şöyle:
"O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."
Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir?
Yıllık kader programı
İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.
Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.
Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.
Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir.
Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.
Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1
Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2
Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:
Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.
Berat Gecesinin özellikleri
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi."
"Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
"Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.
Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3
Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.
Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka...
Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.
"Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
"İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
"Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
"Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder."s
Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.
Bu gece af dışı kalanlar
Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir:
"Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7
"Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8
Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:
"Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."5
Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7
"Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8
Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhis-salâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:
"Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9
İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.
Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.
"Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10
Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.
Berat Gecesi ibadeti
Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, teşbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.
İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir
Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir.
"Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10
Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.
İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder.
Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez.
Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır.
Berat Gecesi Duası
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
"Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11
Berat Duası
Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:
"Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini
siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12
Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.
Berat Gecesi Namazı -I
Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur.
Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır.
Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh'den gelen rivayete göre:
"Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: "Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala'nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala'nın mağfiretidir.

Berat Gecesi Namazı -II
Berat gecesi kılınan namazlardan biride iki rekat olarak kılınır.
Birinci rekatta Fatiha okunduktan sonra kısa bir sure okunarak rükuya gidilir. Rükudan doğrulur ve secdeye gidilir. Secdede uzun sure kalınır, bu konuda belli bir tahdit yoktur, ne kadar dayanabilirsen.
İkinci rekatta da aynı şekilde Fatihadan sonra kısa bir sure okunur. İlk rekatta olduğu gibi secdeye gidildiğinde yine uzun sure secdede kalınır. Gücünüzün yettiği kadar. Secdeden kalkılır tahiyatta okunacaklar okunur ve selam verilir. Selam ile birlikte eller dua için alemlerin Rabbine kalkar...
Bu namaz hakkında Hz. Aişe Radıyallahu An-hum'a validemiz, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
-"Ya Aişe, bu gecenin nasıl bir gece olduğunu bilir misin? Bende
-"En iyisini, Allah ve Resulü bilir." Dedim. Şöyle buyurdu:
-"Bu gece şaban ayının yarısıdır. Dünya işleri ve kulların işleri bu gece Yüce Hakka arz edilir. Bu gece cehennemden azat edilenlerin sayısı; kelb kabilesinin koyunları sayısı kadardır. Bu gece bana izin verir misin"?
-"Olur" dedim. Kalkıp namaza durdu. Ayakta durması hafif oldu. Fatiha suresini okudu; sonra da küçük bir sure okudu. Gecenin yarısına kadar secdede kaldı. Daha sonra ikinci rekata kaktı. Ayakta iken, birinci rekatta okuduğu kadar bir şey okudu. Sonra yine secdeye vardı. Bu secdede dahi, tan yeri ağarıncaya kadar kaldı. Secdede o kadar kaldı ki, bunun için Yüce Allah ruhunu aldı sandım. Bana gelmesi uzayınca, kendisine yaklaştım. Hatta ayaklarına elimi sürdüm. Hareket ettiğini görünce rahatladım. Secdesinde şöyle dediğini işittim:
"Azabından affına sığınırım. Dargınlığından rızana sığınırım. Senden sana sığınırım. Şanın yücedir. Sen kendi zatını övdüğün gibi, seni övemem..."
Sonra kendisine sordum: "Ya resulullah, bu gece secdende bir şeyler okuduğunu duydum. Bunları daha önce okuduğunu hiç duymamıştım. Böyle demem üzerine, bana sordu: "Sen onları öğrenebildin mi"? Bu sorusuna karşılık: "Evet" deyince, şöyle buyurdu:
"Onları hem sen öğren, hem de başkalarına öğret."
Kaynaklar
1 Hülâsâtü'l-Beyân. 13:5251.
2 Şualar, s,426.
3 TDİ."Berat" maddesi.
4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295
5 İbni Mâce, İkame, 191.
7 et-Tergîb ve't-Terhib, 2:118.
8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38.
9 Tirmizî, Savm:39.
10 Şualar, s.426.
11 et-Tergib ve't-Terhîb, 2:.119, 120.
12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Efendimizin Mucizeleri

TAŞLARIN DİLE GELMESİ

Küfrün başı Ebu Cehil bir gün, elinin içine birkaç parça taş almış, Varlık Nuru'nun huzuruna gelmişti. Aklınca Nebiler Nebisiyle alay etmek istiyordu. Karanlık ağzını açıp dedi: - Elimde ne var bil? Sana iman edeceğim!
Kâinatın Efendisi Buyurdular:
- Senin elindekiler benim kim olduğumu bilirse, ne dersin? Sözünde durup iman eder misin?
- Evet...
O an, küfür canavarının avucundaki taşlar dile geldi ve:
- Eşhedu anlâ ilâhe illâllah ve eşhedu enne Muhammeden abdühü ve Resuluhü!
dediler... Ebu Cehil aklını oynatacak gibi oldu ve yine imana gelmedi.
Allah Resulünün en büyük mucizesi "Kuran-ı Kerim" dir. Kuran'ın belâgat'ı karşısında bütün şairler aciz kalmıştır...





AĞACIN YÜRÜMESİ MUCİZESİ

Muazzez Sahabelerden İbni Ömer(r.a) anlatıyor: -Allah'ın Resulüyle seferdeydik. Karşıdan bir çöl adamı gelmekteydi. Adam yaklaşınca, Nebiyyi Muhterem sordular:
- Nereye gidiyorsun?
- Evime, çoluk çocuğuma gidiyorum!
- Bir haber almaya dileğin var mı? Söyle:
- Allah'tan başka ilah ve onun ortağı olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet getir!..
Çöl adamı bu teklif karşısında hayrete düştü ve Allah'ın Sevgilisinden delil istedi:
-Buna delilin nedir?
Allah'ın Resulü, ileride bir ağacı işaret edip:
- İşte bu ağaç şahidimdir! Buyurdular... Ve ağacı yanlarına davet ettiler. Ağaç dere kenarından, toprağı yararak huzuru saadete geldi ve orada üç kere şehadet kelimesini tekrarladı ve sonra eski yerine döndü. Köklerini yere gömdü ve öylece kaldı.
Bir rivayete göre de, çöl adamı, doğrudan doğruya varlık nuruna, istediği mucizeyi teklif etmiş ve şöyle demiştir:
- Şu ağaca "Allah'ın Resulü seni davet ediyor!" deyiver ve onu çağır! Bakalım davetine icabet edecek mi?
Zaman ve mekânın ve bütün mahlukatın Peygamberi, adamın teklifini kabul etmişler, ağacı çağırmışlar, ağaç sağa sola, öne arkaya eğilip köklerini yerden çıkarmış ve huzura gelmiştir. Büyük huzura geldikten sonra da Resuller serverine hitap etmiştir:
- Selam sana olsun, ey Allah'ın Resulü!
Bunun üzerine çöl adamı atılıp:
- Şimdi emir ver, yerine dönsün!
Demiş ve ağaç geldiği noktaya kadar gerileyip aynı yere kök bağlayarak oturmuştur. Bütün bunları gören çöl adamı köpük köpük taşıyor ve Allah Resulünün önünde yere kapanıp haykırıyor:
- İzin ver, sana secde edeyim!
Peygamberler Peygamberi buyuruyorlar:
- Eğer bir insanın diğerine secde etmesine ve bu yolda emir vermeye imkân olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim!
İşte bu hadis-i şerif bu münasebetle söylenmiş oluyor...



UHUD DAĞI'NIN SALLANMASI MUCİZESİ

Nebiler Nebisi'nin mucizelerinden biri de, mukaddes ayağını bastığı dağın şevke gelip sallanmasıdır.
Şöyle oldu:
Bir gün Allah'ın Resulü, beraberlerinde hilm âlemi yüce Sıddik Hz. Ebu Bekir, hak ve adalet güneşi Hz. Ömer, hayâ ve edep incisi Hz. Osman (r.a) bulunduğu halde Uhud dağına çıktılar. Dağ şevkinden harekete geçti. Âlemin Fahri mübarek ayaklarıyla dağa vurup hitap ettiler:
- Dur, ya Uhud! Senin üzerinde bir Nebi, bir Sıddik ve iki şehid var!
Ve dağ hemen sakinleşti...
Bu mucizede, dağın hareket ve sonra sükûnetine ait harikadan başka Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman'ın ileride şehit olacaklarını keşfetmek fevkaladeliği vardı...



AY'IN İKİYE BÖLÜNME MUCİZESİ

Şimdi görelim: İdrak gözleri katrani bulutlarla kapalı bulunan iman öksüzü inkarcı adamlar, Varlık Nuruna dediler ki: - Eğer sen gerçek Peygambersen bize bir mucize göster!
Allah'ın Sevgilisi buyurdular:
- Bunu yaparsam iman eder misiniz?
Cevap verdiler:
- Evet... Sana ve Nebiliğine inanacağız!..
O zaman Allah'ın Resulü, gökte pırıltılar saçmakta olan Ay'a mukaddes parmağını çeviri verdi. Ay birden ikiye bölündü ve Hira dağının iki yanında iki parça halinde göründü.
Ay 'a çevrilen mukaddes parmak ve Ay iki parça...
Kafirlerde hayret, dehşet... ve kirişsiz çeneler...
Cübeyr rivayeti:
- Ay iki parça oldu ve bir parçası bu dağ ve bir parçası o dağ üzerinde göründü. Kâfirler dedi:
- Bize sihir yaptıysa herkese birden yapamaz. Gidip, uzak, yakın herkese soralım, soruşturalım; bakalım onlar da ayın ikiye bölündüğünü görmüşler mi?
Ve sabredip Mekke'ye gelecek yolcuları beklemeye ve onlara aynı şeyi görüp görmediklerini sormaya karar verdiler.
- Söyleyin; yolda gelirken, kamerin iki parçaya ayrılıp Hirâ dağının iki yanından göründüğüne şahit misiniz; değil misiniz?
Yolcular Mekke'ye girince, kendilerine sihir yapıldığını sanan müşrikler hemen koştular ve önlerini kesip, onları bir kenara çektiler ve heyecanla sordular:
- Yolda gelirken ne gördünüz?
- Yolda bir şey görmedik; gökte gördük. Ay, iki parçaya bölündü!
Kâfirlerin kan yuvası gözleri hançer hançer açıldı, fakat yine iman nasib olmadı.
Ay'ın ikiye bölünmesi hiç şüphesiz ona mahsus âfâki mucizelerin en büyüğüdür.
Kur'an-ı Kerim'in şu âyeti de bunu teyid etmektedir:
Saat yaklaştı. Ay (ikiye) ayrıldı.
Her noktasına hayran olunacak bu âlemin içinde hayat yükünü karın tokluğuna taşıyanlar ve rahat rahat gezenler ve bütün bu olur ların olmaz larını göremeyenler... O Nebiyyi Muhterem'den ayrıca olmaz 'ı istediler ve Allah verdi... İman olmadıktan sonra binlerce mucize gösterilse de kâr etmiyor...


AĞAÇ KÜTÜĞÜNÜN ÇIĞLIK KOPARMASI

İmam-ı Şafii Hazretleri: - Allah, bizim Peygamberimize verdiğini hiçbir Peygambere vermedi. Hz. İsa (a.s)' a ölüleri diriltmek mucizesi verdiyse, Kâinatın Efendisine de, ağaç kütüğünü iniltilerle ağlatmak mucizesi verdi. Bu, öbürlerinden üstündür...
Kütüğün inlemesi şöyle oldu:
Mescid-i Saadette ağaç gövdesinden bir kütük vardır. Allah'ın Resulü, namazlarını, o kütüğe doğru kılarlar ve onun yanında hutbe okurlardı. Sahabelerinden biri,
- Allah'ın Resulü; diler misin sana bir minber yapalım? Cumaları oraya geçer ve hutbeni halka yöneltirsin dedi.
Allah'ın Sevgilisi bu teklifi kabul buyurdular. Bunun üzerine teklifi eden sahabe, üç basamaklı bir minber yaptı ve Peygamber Mescidi'ne yerleştirdi. İşte bu minber yerine konulunca yanından ayrılıp minbere çıktıkları an kütük iniltiler salıvermeye ve sarsılmaya başladı...
Mescidi dolduran sahabelerin haşyet ve dehşet bakışları önünde varlık nuru minberden indiler ve elleri ile kütüğü mesh ederek okşadılar ve tekrar minbere çıktılar. Ve çığlık koparan kütük inlemeyi bıraktı...
Hasan-ı Basri Hazretleri bu hadiseyi andıkları zaman ağlar ve şöyle derdi:
- Ey Allah'ın kulları! Nebiyyi Muhteremin Allah' a yakınlığından bir kütük zevke gelip ağlıyor da, siz insan olduğunuz ve bu hakikate varis bulunduğunuz halde ne duyuyorsunuz?


EN BÜYÜK MUCİZE

Allah Resulünün en büyük Mucizesi Allah'tan getirdiği mukaddes kitap...Yani Kur'an-ı Kerim... Ey İlahi kanun, ey dirlik, düzen;
Asırlardır devam etti mucizen!..
Evet, Kur'an-ı Kerim asırlardır devam eden en büyük mucize...
Hazreti İsa ölüye:
- Kalk, Allah'ın izniyle! Dedi ve ölü kalktı...
Bu Kainatın Efendisinin mukaddes parmaklarından sular fışkırması kadar acayip değildir...
Hazret-i Musa'nın asası ejder oldu ve yere birtakım ipler atıp onları yılanlaştıran sihirbazların bütün marifetlerini yuttu. Ve denize şoseler açtı...
Daha neler neler oldu...
Fakat Allah'ın Sevgilisi, topyekün zaman ve mekanın ve bütün mahlukatın Peygamberi Cenab-ı Muhammed (s.a.v.) de , bir işaretiyle kameri ikiye böldü. Parmaklarından binlerce sahabinin abdest almasına mahsus suyu fışkırttı. Hasretiyle bir ağaç kütüğünü inletti. Çılgın bir deveyi bir bakışta ayaklarının dibine sindirdi. Elinin değdiği her noktaya yeni bir hayat verdi... Ve bütün bu mucizeler semasındaki yıldızların merkezine, Allah'tan gelen güneş mucizeyi yerleştirdi...
İşte bu güneş: Kur'an'dı...
Ve Kur'an, ölüyü dirilten Hazret-i İsa, denizi yaran Hazret-i Musa, ateşi gülistana çeviren Hazret-i İbrahim peygamberlerin mucizelerinin yanında en büyüğü ve en müthişi...
O öyle bir mucize ki, nazil olurken, Resul-i Kibriya'yı raşelerle doldurdu, alnını yıdız yıldız ter damlalarıyla noktaladı ve dizine dizi değeni yıldırım gibi çarptı... Ve ondaki belağatı görenlerin aklı kamaştı...
Gelişi de ayrı bir eda, ayrı bir güzellik içinde...
Bazen dünyanın en güzel insanının (Dihye gibi) yüzüyle, bazende çıngırak seslerini andıran tarrakalarla geldi ve daima melek getirdi...
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kelamı...
Bu ilahi kelamı dinleyenler, Hazret-i Ömer gibi ona hemen kapılıp teslim oldular; yahut içinden çıkamadılar bir acayiplik denizine düştüler. Öyle ki, "Sihir" dediler de; "insan kelamı" diyemediler...
Nasıl desinler ki, Kur'an bütün insanoğluna meydan okuyordu:
"De ki: Andolsun, ins-ü cin şu Kur'an'ın benzerini (meydana ) getirmek üzere bir araya toplansa, yekdiğerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler." (İsra Suresi / 88)
Şimdi nokta nokta ve çizgi çizgi hadiselerin akışına bakalım:



ŞAİRLER YERE SERİLDİ

Arap şiirinin ve kelam tılsımının baş abideleri... Muallakat-ı Seb'a "Yedi askı" Kâbe duvarında asılı duruyor... Başta İmrü'l-Kays'ın şaheseri...
Belagat ta herkesi kemiklerine kadar eriten, gönülleri yakıp kavuran şu ayet nazil oldu:
"Ey arz suyunu yut; ey gök sende tut! Su kesildi, iş olup bitirildi, (gemi de) Cudi (dağının) üzerinde durdu. O zalimler güruhuna "uzak olsunlar" denildi. (Hud Suresi / 44)
İmrü'l-Kays'ın henüz hayatta bulunan kız kardeşi, bu ayetin belagati karşısında infilak etti, hemen Kâbe'ye koştu, kardeşinin şaheserini Kâbe duvarından tırnaklarıyla yırtıp indirdi ve haykırdı:
- Artık kimsenin bir diyeceği kalmadı. Kardeşimin şiiri de iftihar makamında duramaz!..
Ve bütün yedi askı, birbiri arkasından koparılıp toprağa serildi.
Bedevi Araplardan biri; "Sana emredileni açıkça bildir", manasına gelen ayeti duydu. İçini öyle müthiş heybet kapladı ki, hemen secdeye vardı. Ve haykırdı:
- Bu sözün fesahatine secde ettim!
İşte bu eşsiz kelâm, tek kelime okuyup yazmamış bir insanın diliyle geliyor ve insanlığı hayran bırakıyor...
Aşk ve takva kahramanı Hz. Ebu Zer:
- Ben kardeşim Enis'ten üstün şair tanımadım. Cahiliyet devrinin meşhur 12 şairini yenen adamdı o... Mekke'ye gidip Allah Resulünün haberini getirince ona sordu:
- Ya Enis; halk O'nun hakkında ne söylüyor?
- Şairdir, büyücüdür, kâhindir, diyorlar.
- Peki, senin fikrin ne?
- Halk aldanıyor. Onun getirdiği kelam hiç birine benzemiyor. Netice şudur ki, O doğru, onlar yalancı...
Risale-i Nur'dan:
"Evet, sabıkan bahsi geçmiş, avucunda küçük taşların zikir ve tespih etmesi "Vema remeyte iz remeyte" sırrıyla,
aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları inhizama sevk etmesi "Ven şekkal kamer" nassı ile,
aynı avucunun parmağıyla, kameri iki parça etmesi ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi ve aynı el,
hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek el, ne kadar harika bir mucize-i kudret-i ilahiyye olduğunu gösterir.
Güya ahbap içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i sübhanidir ki, küçücük taşlar dahi içine girse, zikir ve tespih ederler.
Ve düşmana karşı küçücük bir cephane-i Rabbanidir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı, küçücük bir eczane-i Rahmanidir ki hangi derde temas etse, derman olur.
Ve celal ile kalktığı vakit, kameri parçalayıp, kâb-ı kavseyn şeklini verir ve cemal ile döndüğü vakit Ab-ı Kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer.
Acaba böyle bir zatın tek eli, böyle acayip mucizata mazhar ve medar olsa, O zatın, Halik-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler, ne kadar bahtiyar olacakları, bedahet derecesinde anlaşılmaz mı?" (Bediüzzaman Said Nursi)



TAŞLARIN TESBİHİ MUCİZESİ

Hazret- i Ebu Zer (r.a.) anlatıyor: Bir gün öğle sıcağında evden çıktım. Allah'ın Resülüne doğru yol aldım. Hizmetçisine rastlayıp Nebiyyi Muhteremin haberini sordum. Evlerinde olduklarını söyledi. Gittim. Alemin Fahri bir kenarda oturuyorlardı. Yanlarında kimse yoktu. Vahiy anında olduklarını sandım. Esselamü aleyke ya Resülullah, dedim, "Aleykesselam" buyurdular.
Ve dediler:
- Ya Eba Zer! Seni bu vakit buraya çeken nedir?
- Allah ve Resülü!
- Otur, öyleyse...
Yanlarına oturdum. Ama hiçbir şey sormadım. Çok zaman geçmeden Hazreti Ebu Bekir geldi selam verdi. Selamını aldıktan sonra ona da aynı soruları sordular:
- Seni bu vakit buraya çeken sebep nedir?
- Allah ve Resülü!
Ve Hazret- i Ebu Bekir'i de karşılarına alıp oturttular. Derken Hazret- i Ömer ve Hazret- i Osman ... Aynı sual ve cevaplar. Son gelenlerin üçü de yan yana oturdu. O zaman varlığın sebebi olan Peygamber, yerden 7, yahut 9 taşcık alıp avuçlarında gösterdiler. Küçük taşlar Allah Resülünün elinde öyle tesbih etmeye başladılar ki, sesleri arı vızıltıları gibi işitiliyordu. Taşları Hazret- i Ebu Bekir'in eline verdiler. Aynı tesbih. Alıp yere bıraktılar. Taşlar cansız. Yine alıp Hazreti Ömer'in avucuna koydular. Yine aynı tesbih. Hazret- i Osman'ın elinde de aynı hal...
İbn-i Mes'ud Hazretleri:
- Biz Allah'ın Resülüyle yemek yerdik. Yemek yerken de lokmaların tesbihini işitirdik!..
Mucizelerden bir şube de, Allah Resülünün hayvanları ram ve teshir edişleridir...
Muazzez sahabilerden Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor:
- Ensardan birinin bahçesini sulama işinde kullandığı bir devesi vardı. Bir gün deve ani bir huysuzluk gösterip çılgına döndü ve sahibine itaat etmez oldu. Çılgınlığı o dereceye vardı ki, onu zaptetmek ümidini kaybettiler. Nihayet Kainatın Efendisi'nin huzuruna gelip yalvardılar:
- Ey Allah'ın Resülü! Devemiz serkeş oldu, ağaçlarımız ve ekinlerimiz susuz kaldı, sen lütfedip çaremize bak!..
Nebiler Nebisi, sahabilerini yanına alıp şikayetçinin bahçesine gittiler. Deve, bir kenara çekilmiş gelenlere hışımlı hışımlı bakıyordu. Allah'ın Resülü, hemen tek başına devenin bulunduğu tarafa doğru ilerlemeye başladılar. Medineli sahabiler çığlığı bastı:
- Aman ey Allah'ın Resülü! Bu deve kuduz ite dönmüş... Sana saldırmasın...
İnsanlığın Efendisi buyurdular:
- Beis yok! Bana ondan zarar gelmez!
Ve devenin üzerine doğru ilerlediler... Deve, varlığın tacını görünce halini ve çılgınca bakışını değiştirdi ve Allah'ın Resülüne doğru yürümeye başaldı. Tam karşılarına gelincede, sahabilerin hayret ve haşyet nazarları önünde yere yattı, secde etti. Allah'ın Resülü deveyi çekip dilediği şekle soktular. Deve, eski halinden daha yumuşak bir tavırla emri kabul etti... Sahabiler koşup geldiler ve Allah Resülüne dediler:
- Ey Allah'ın Resülü! Bu, akıl ve idrakten mahrum hayvan sana secde eder de, biz dururuz, olur mu? Biz insanız ve sana secdede ondan fazla mükellefiz!..
Ebedi hayat müjdecisi buyurdular:
- Beşer beşere secde edemez! Eğer benim için böyle bir emir vermek mümkün olsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini söylerdim.
Yine günlerden bir gün bir deve, Allah'ın Sevgilisini görünce hemen yere yatıp boynunu uzattı ve boğazından garip sesler çıkarttı. Allah'ın Resülü devenin sahibini çağırttılar ve dediler:
- Bu deve, fazla işten ve az gıdadan şikayetçidir; onu iyi tutun!
Cenabı Aişe (r.a) validemiz der ki:
- Evimizde ehli bir hayvanımız vardı. O hayvan, Allah'ın Resülü eve geldiğinde bir tarafa çekilir ve hiç sağa sola koşmadan edebi ile yerinde durur; Allah'ın Resülü evden ayrılınca da ayaklarımızın arasında gezerdi...
Bir gün Kainatın Efendisi sahabileriyle bir yerde oturuyorlardı. Bir Arabi, elinde avladığı bir kertenkele ile oradan geçiyordu. Allah'ın Resülünü işaret ederek:
- Bu zat kimdir? diye sordu.
- Allah'ın Resülüdür! dediler...
Arabi meralandı ve Allah Resülünün huzuruna gelip:
- Şu kertenkele senin risaletine şehadet etmedikçe ben de sana iman etmem, diyerek hayvanı varlık nurunun önüne saldı. Allah'ın Sevgilisi hayvana hitap ettiler:
- Ey kertenkele!
- Buyur, ey Allah'ın Resülü!
- Sen kime ibadet edersin?
- Semada arşı, arzda saltanatı, denizde hükmü, cennette rahmeti, cehennemde azabı olan Allah'a...
- Ben kimim?
- Ente Resülü Rabbil alemin: Sen, Rabbü'l- alemin'in Resulüsün, Peygamberlerin sonuncususun. Seni tasdik eden felah buldu, sana inanmayan zarar edip hüsranda kaldı.
Bu hali gören Arabi birden infilak etti:
- Eşhedü enla ilahe illallah ve enneke Resülüllahi hakkan!
Cabir bin Abdullah (r.a.) :
- Allah'ın Resülü Hayber taraflarındayken bir sürü koyunun arkasında bir çoban, mübarek hizmetlerine girdi, iman getirdi ve Allah'ın Resülüne dedi:
- Ey Alllah'ın Resülü! Şimdi bu koyunları ben sahiplerine nasıl teslim ve iade edebilirim?
Kainatın Efendisi buyurdular:
- Koyunların yüzlerine doğru bir avuç toprak saç! Allah senin emanet borcunu yerine getirir ve koyunları sahiplerine iade eder...
Çoban, Nebiyyi Muhteremin dediğini aynen yaptı. Hayret ve haşyetle gördü ki, koyunlar, tıpış tıpış, ağıllarının yolunu tutmuş gitmektedir...
Bir keresinde de, Allah Resülünün azadlısı Sefine (r.a.), Peygamberler Peygamberinin mektubunu Yemen'e, Muaz ibni Cebel Hazretlerine götürmek için yola koyuldu ve bir gemiye binip denize açıldı.
Müthiş bir fırtına koptu ve gemi paramparça oldu. Sefine Hazretleri canını kurtarıp bir çöle düştü. Ipıssız bir vadiden geçerken, bir arslan peydahlandı ve heybetle üzerine doğru geldi. Hz. Sefine hiç korkmadı ve arslana seslendi:
- Ben Allah Resülünün azadlısıyım, mektubunu Yemen'e, Muaz bin Cebel'e götürüyorum. Yolumdan çekil!..
Ormanların eşsiz kralı hemen yelesini yerlere sererek tazimde bulundu ve Sefine Hazretlerine yol verdi...
Bir gün bir kurt, sahabilerden birinin güttüğü sürüden bir koyunu kapıp kaçışırken, arkasından yetişen sahabi koyunu kurtardı. Kurt, hemen oracıkta, kuyruğu üzerine oturup şöyle dedi:
- Allah'ın bana gönderdiği rızkı elimden alırken Allah'tan korkmuyormusun?
Çoban hayretler içinde çığlığı bastı:
- Bir kurt, kuyruğu üzerine otursun ve insan kelamı etsin... Ne müthiş hal ve ne garip manzara!
Kurt buna da cevap verdi:
- Bundan daha akıl ermez, acayip olanı var! Allah'ın Resülünün, Medine'de, halka, geçmiş ümmetlerin haberlerini vermesi...
Çoban, bu harikulade vaka üzerine, koyunlarını önüne kattığı gibi Medine yolunu tuttu. Sürüsünü bir kenarda muhafaza altına alıp doğru Kainatın Efendisinin huzurlarına çıktı. Başından geçenleri, tek tek anlattı. Allah'ın Sevgilisi, sahabilerini çağırtıp aynı hadiseyi onlara da duyurdular...
MUKADDES PARMAKLARINDAN AKAN BİLLUR SULAR
Parmaktan akıtılan su mucizesi, sahabilerden büyük bir toplulukça nakledilmiş olarak Buhari ve Müslim "Sahih" lerinde belirtilmiştir.
Mucizeler bahsini burada noktalıyoruz. Sırası geldikçe yine temas edilecektir.
Zaten Allah Resülünün bütün hayatı mucizedir...




BİR BAŞKA MUCİZE


Kökleri toprak altında ve yere perçinli bir ağaç, yürüyerek, mukaddes huzurlarına geldi...
Talha bin Nafi:
Bir gün Kâinatın Efendisi, Kureyş kâfirlerinden gördükleri zulüm üzerine, bir köşe de mübarek tenleri kanlı mahzun mahzun oturuyorlardı. Cebrail(a.s) geldi ve dedi:
- Ey Allah'ın Resulü! Bir mucize görmekten zevk alır mısın?
- Evet...
- Karşındaki ağacı davet et!
Âlemlerin müjdecisi, Cebrail (a.s)'in işareti üzerine karşılarındaki ağacı davet ettiler. Ağaç yürüyerek geldi. Cebrail (a.s):
- Ey Allah'ın Resulü, dedi; emret yerine dönsün!
Emrettiler ve ağaç yerine döndü...
Hazreti Ali(k.v) den rivayet:
- Ben Mekke'de Allah'ın Resulüyle dolaşırdım. Bir gün beraberce Mekke dışına çıktık. Önünden geçtiğimiz her taş ve ağaç O'na selam vermeye başladı:
- Selam sana olsun, ey Allah'ın Resulü!..
Bir de, Peygamber-i Zişanın dualarına, evdeki duvarların ve kapı eşiklerinin "Âmin" diye mukabele etmesi var...
O da şöyle:
Bir gün Peygamberler Peygamberi, amcaları Hz. Abbas' a dediler:
"Yarın, sen ve oğulların, evden çıkmayın, beni bekleyin! Sizinle görülecek işim var..."
Ertesi günü kuşluk vaktinde Allah'ın Resulü amcaları Abbas'a gittiler ve eve girip selam verdiler.
"Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi size olsun!"
Buyurdular. Hal ve hatır sordular, onlar da Allah'a hamd ettikleri cevabını verdiler. Kâinatın Efendisi onlara:
- Yaklaşın! Emrini verdi.
Hepsi birden sokulup Allah Resulünün çevresinde halkalandılar. Sonsuzluk Nebisi, mübarek örtülerini onların üzerine yaydı ve dua etti. O anda kapı eşiği, üç kere "âmin, âmin, âmin!" diye Peygamber duasına karşılık verdi.

 

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Bu da Benim Düğünüm Olsun












Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine Sana gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim. Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten, kâinatı ısıtan güneşten sordum gül diyarını. "Güllerin Efendisi'nden destur almak için ne lâzım." dedim. O'nun adını duyunca; dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul görmek için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. Sonra, "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının dellâlına, kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler.

Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim!

Dosta giden çile dolu yollarda, getirdiğin huzura, nurunun aydınlığına muhtacım. Bilirim kılâvuzu Sensin dosta çıkan yolların, haritası Sana emanet edilmiştir gül coğrafyasının. Günahkâr bedenimi yüklenip azıksız bir heybeyle, nuruna kavuşmak ve şefaatine ulaşmak için yöneldim kapına. Güneşin ağlayarak doğduğu bir vakitte, sızlanışım vardır ney misali. Serin seherlerde uykularımı kaçıran hasretin vardır. Seni ararken rüzgâra döktüm derdimi. Sessiz bir 'âh'la kanatlandı kuşlar. Ağır ağır aktı mavi bir menzile doğru bulutlar. Kanayan gül yapraklarından, yaralı bülbüllerden geldi selâmı baharın.

'Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi
Hayalin gönlümün tepelerinde gezindi
Bu bir serap olsa da hafakanlarım dindi
Andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.'

Hayalini kurdum binlerce yıl uzaktan. Bir tebessümüne hasret kaldı günahkâr bakışlarım. Sen bir serap gibisin içimin çöllerinde; yaklaştıkça uzaklaşan, uzaklaştıkça yaklaşan ve yakan... Hayalin bile serinliktir kavrulan ruhum için, hayalin bile tat verir acıyan yüreğime. Adın geldiği ve ismin can olduğu zaman cümlelerimin özüne, yok olur bütün düşmanlıklar ve savaşlar. İhtiyar dünya bin defa şahittir buna. Hz. Ömer'in öfkesi, potanda eridi Efendim. Hz. Vahşi, günahları için gözyaşı dökmeyi Senden aldığı nâmeyle öğrendi. Gel Efendim, bir gece yarısı cesedime can olmak için gel, damarlarıma aşkınla dolmak için gel! Ah Efendim, andım yine Seni her şey yâdımdan silindi.

'Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam
Ruhlar gibi yükselip de ufkunda dolaşsam
Bir yolunu bulup gönlünden içeri aksam
Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam.'

Keşke hep aşkınla oturup aşkınla kalksam. Aşkının odunda pervaneler gibi can verip yansam. Ebediyete ayarlı kalbimi, "Ya Bâkî Ente'l-Bâkî " sırrıyla Hakk'a hediye sunsam. Kalbini nasıl yarıp arındırdıysa melekler, ben de Seni rehber edinip kirlerimden arınsam. Rabbim'e giden yolda dünyadan firar etsem, merhametinin gölgesine sığınsam. Ürkek ceylan misali yanına sokulsam. Bir yolunu bulsam, muhabbet menbaı olan gönlüne aksam. Ve yanlış efendilere köle olmaktan ebediyen kurtulsam. Keşke hep aşkınla oturup, aşkınla kalksam..

'Anlasam vuslata ne zaman ferman gelecek
Hicranla yanan gönlüm durmadan inleyecek
İnleyip en taze hislerle hep bekleyecek
Anlasam vuslata ne zaman ferman gelecek?'

Anlasam vuslata ne zaman ferman gelecek? Beni de çağırır mı çağları delen sesin? Bir dua sonrası ay yüzünle yüzüme bakıp, "Günahkâr olsan da gel!" der misin? İçimdeki sancının adı nedir, Efendim? Nedir beni bu zamansız mekânsız hasrete çeken, bu yüreğimdeki ağırlık, bu mücrim halimle ötelere duyduğum iştiyak da ne?
Sadık dostun Ebu Bekir, öfkeye galip gelen Ömer, edep tacını giyen Osman, sırrını emanet ettiğin ilim kapısı Ali (r.anhum) hürmetine, beni de kucakla şefaatinle. Nerededir gönlüne akan yol? Sana vuslatın şartı can mıdır söyle? Kurban olsun canım Hakk'ın yoluna, vuslatına ferman gönder Efendim.

'Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken ardından
Ne olur sana ulaşmam için kanadından
Bir tüy ver, pervaz edeyim hep ardından
Kalbim bir güvercin kalbi gibi titrerken ardından.'

Bedenim kafes Efendim, kalbim tutsak bir güvercin gibi titriyor kafesinde. Uzaklığın çekilesi dert değil. İsmini ansam gecenin ıssız saatlerinde, bir cuma sabahı uykuyu beyninden vurarak duaya dursam, gül kokan bir muştuyla gelir mi melekler? Korkuyorum bu gurbette Sensiz kalmaktan. Yüreğim Sensiz karanlık, yüreğim Sensiz gece... Sana doğru kayıyor gönlümün göklerinde yıldızlar. Bir gece kirpiklerim kapansa; Sen, gül kokunu yüklenerek bir bahar edasıyla gelsen güneş gibi ısıtsan buzdan duygularımı. Rüyalarım şeref bulsa güneşi kıskandıran cemalinle. Kur'an ilmini elinden içsem ab-ı hayat misali. Taif dönüşü ettiğin dua hürmetine kabul görsem tarafından, Efendim...

'Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül
Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül!
Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül
Ey kupkuru çölleri cennetlere çeviren gül.'

Ey susuz kalanlar için parmaklarından pınarlar akan Sevgili! Yaradan, 'Habibim' demiş Sana, "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım." diye ilân etmiş âleme. Ağaçlar köklerini sökmüşler toprağın bağrından yanına gelmek için. Hurma kütüğü inlemiş rıhletinin ardından. Ey taşlarla bile konuşan Sevgili! Bir gün gelsen bana, ağlayan gözlerimin tâ içine sürmeli gözlerinle nazar kılsan, nurun aksa gözlerimden gönlüme. Ve öylece yanarak menziline varsam.

'Mecnun gibi arkanda koşan kulun olayım
Bir kor saç içime ocaklar gibi yanayım
Sensiz geçen bu acı rüyâdan kurtulayım
Mecnun gibi arkanda koşan kulun olayım.'
Eğer dünya bir nefeslik dar mekânsa ve bu mekâna gelmek imtihansa kul için, Mecnun eyle beni de gerçek Leyla'ya. Hubeyb gibi, Mus'ab gibi, Enes bin Nadr gibi, Ashab-ı Bedr ve Şüheda-yı Uhud gibi... Candan canandan, evlâd u ıyalden geçerek Sana geleyim. Şehadet olsun sensizliğin bedeli. Bir kor saç ki içime, ocaklar gibi yanayım. Bu can yoluna kurban olsun ve anam-babam sana feda olsun yâ Rasulallah.
'Aklım Senden uzakta kaldığı günleri saymakta
Ruhuma sisli-dumanlı bir kasvet yaymakta
Göster çehreni ki güneş guruba kaymakta
Aklım Senden uzakta kaldığı günleri saymakta.'
Kalbimin çekirdeğinde inceden bir sızı; bu sızı Senden Efendim. Sensizlikle imtihan etmesin beni Yaradan. Sana ulaşmak zor olsa da Sana ulaşma arzusunu, Senden uzak kalma korkusunu içimden almasın. Bu diyarlarda vakit dolmadan, ölüm meleği emanetini almadan, güneş guruba kaymadan vaslına ermekle müjdelesin. Beni bensiz bıraksın; ama Sensiz bırakmasın.

'Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun
Gönlüm ufkunun en taze renkleriyle dolsun
Her yanda tamburlar çalsın neyler duyulsun
Son demde hiç olmazsa gurûbum tulû olsun.'

Ah Efendim, Can Efendim, Gül Efendim!
"Kefenimi saçlarımdan giymeye başladığım şu demde", Sana döndüm yüzümü. "Zaifem, bîkesem âcizem, alîlem, medet cûyem zidergah et ilâhî." Dualarım, hep Senden yana. Fidanları bile yeşertir gözyaşlarım. Kapanırken bu âlemde gözlerimde perdeler, Sen tut ellerimi. Öyle bir alayla gel ki beni almaya, sümbüller, nergisler, lâleler eşlik etsin endamına. Her tarafta tamburlar çalsın, neyler duyulsun, rüzgâr gül kokunu kâinata savursun. Ağaçlar, yapraklar bu neşveyle düğün meclisi kursun. Bari son demimde ruhum huzurla dolsun. Neyin eksik olur Ya Rabbim, bu da benim düğünüm olsun...

PEYGAMBER EFENDİMİZİN SÜNNETLERİ


1. hayırlı işlerde sağı, adi işlerde solu kullanmak.

2. yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.

3. yemeğe besmele ile başlamak, allah’ın sonsuz ikram ve nimetlerini tefekkür ederek yemek, sonunda da hamd etmek.

4. yemekte tabağın kendi önümüze gelen tarafından yemek.

5. yerde bir sofra bezinin üstünde yemek. ihtiyaç olduğu takdirde masada da yenilebilir.

6. yemeğe sofradakiler ile beraber başlamak.

7. acıkmadıkça yememek, tam doymadan yemeği bırakmak.

8. tabağa az yemek koydurtup artık bırakmamak.

9. sofrada sağ dizi dikip, sol dizi yere yatırmak.

10. saf ipek ve saf altın ümmet-i muhammed’in erkeklerine haram kılınmıştır.

11. selamı yaymak. selam, kelamdan önce gelir.

12. eve girince ilk söz ev halkına selam vermek olmalıdır.

13. selamla birlikte samimiyetle, tebessüm ederek musafahada bulunmak.

14. musafaha ile birlikte, hürmet, samimiyet ve şefkate vesile olan kucaklaşmalar yapılabilir. süfli hisleri uyandıracak sarılmalar caiz değildir.

15. musafahada önce eli uzatan çekmelidir. biz çekersek buluşmadan memnuniyetsizlik manası çıkabilir.

16. ilmiyle amil din adamları ile adil devlet başkanlarının eli öpülür, beşeri hisleri yok olmuş yaşlı hanımlara selam verilebilir, gerekirse eli de öpülebilir. yeter ki fitneye sebep olmasın.

17. hediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek.

18. az gülmek, gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek. mütebessim olmak.

19. çoğu zaman susmak, tefekkür etmek, ihtiyaç olunca konuşmak.

20. tane tane, orta bir ses tonuyla konuşmak. çok mühim şeyleri üç defa tekrar etmek.

21. konuşmaya allah’ın adıyla başlamak ve allah’ın adıyla bitirmek.

22. nefsi ve dünyalık bir şey için öfkelenmemek. bir hak zayi olduğunda ve uhrevi meselelerde, allah ve din hakkı için öfkelenmek.

23. doğru sözle şaka ve mizah yapmak.

24. boş işler (malayani) ile iştigal etmemek.

25. uyku için yatınca önce sağ tarafına yatmak, sağ yanağını sağ avucunun içine koymak ve o günün muhasebesini yapmak.

26. yüzükoyun yatmamak.

27. yatağa girdiğinde avuçları açık olarak birleştirerek ihlas, felak ve nas surelerini okuyup avucunun içine üfleyip sonra bütün vücudunu sıvazlamak, bunu üç defa tekrarlamak.

28. beyaz giymek.

29. mest giymek.

30. ayakkabı giyerken önce sağdan başlamak, çıkarırken de önce soldan çıkarmak.

31. takke ve sarıkla başı kapatıp namazı öyle kılmak.

32. soğan ve sarımsak kokusuyla mescid ve meclislere yaklaşmamak.

33. üzerinde kudsi kelimeler ve ayetler yazılı eşya ile tuvalet ve pis yerlere girmemek.

34. misafire elinde bulunandan ikramda bulunmak. misafir ve ziyaretçileri temiz bir kılık kıyafetle karşılamalı.

35. aksırınca sesi az yükseltip, “elhamdülillah” demek. böyle diyene de “yerhamükellah” demek. bize dediklerinde “yehdina ve yehdikümüllah” diye cevap vermek. bu üçe kadar böyle mukabele şeklinde devam edebilir. üç defadan fazla aksıran olursa, nezleden aksırmıştır ve mukabele gerekmez.

36. esnemeyi mümkün olduğu kadar gizlemek. ağzı elle kapayarak gidermeye gayret etmek. namazda iken esneme gelirse, ayakta ise sağ elin, diğer hallerde ise sol elin tersi ile ağzı kapatmak münasip olur.

37. davete icabet ve hediyeyi kabul etmek.

38. kapıyı üç defa vurmak, cevap verilmezse geri dönüp gitmek. “kim o?” diye sorulduğunda, “benim.” dememek, kendimizi açık bir şekilde tanıtmak, maksadımızı belirtmek. kapının tam karşısında durup içeriyi gözleme durumunda bulunmamak. biraz kenarda durarak, ailedeki mahremiyeti görmekten içtinap etmek.

39. ayakta bevletmemek. tuvalette idrar saçıntısından, korunmak. hadiste kabir azabının çoğunun idrar saçıntısından ileri geldiği bildirilmiştir. tuvalete ihtiyaç için oturduğu vakit ön ve arkanın kıbleye karşı dönük olmaması gerekir.40. banyo yapılan yere bevletmemek. çünkü vesvesenin çoğu bundandır.

41. insanların istifade ettiği gölgeliklere, yol ve yol kenarlarına, çeşme ve pınarlara bevletmemek, pisletmemek ve de tükürmemek. hadiste, bunu yapanların lanetlenmesinden korkulacağı bildirilmiştir.

42. kasık ve koltuk altı temizliğine titizlik göstermek. buralardan ayrılan parçalar temizken ayrılmasına da dikkat etmeli ve cünüp iken buraları tıraş etmemelidir. bu tür temizlik caiz olsa da sünnete uygun değildir.

43. büyük ve umumi banyolarda tesettürle yıkanmalı, peştamal kullanılmalı.

44. mümkünse her abdest alışta misvak (fırça) kullanmak.

diyanet işleri başkanlığının neşrettiği misvak hadisi tercümesinde şöyle bir hüküm mevcuttur: “misvaktan kasıt dişlerin temizlenmesi, ağız içindeki kötü kokunun giderilmesi ve mikropların yok edilmesidir. bunu temin eden erek ağacından başka fırçalar da varsa, o da misvak yerini tutar.”

45. emin ve muttaki insanlarla istişare etmek, neticedeki karara tevekkülle uymak.

46. cömertlik. “cömert allah’a yakın, cimri ise allah’a uzaktır. cömertlik kökü cennette olan bir ağacın dünyaya sarkmış dalıdır. kim o dala tutunursa o dal onu cennete çeker.”

47. çok tefekkür etmek. “tefekkür gafleti izale eder. ölümü tefekkür etmek fani lezzetleri acılaştırır. eşyanın üzerindeki fena damgasını gösterir.”

48. borçlanmalarda durumu yazıyla veya bir şahitle tevsik etmek. böyle bir tedbir asla itimatsızlık sayılmaz. anlaşmalarda değişik tevil ve tefsirlere yol açacak boşluklar bırakılmamalıdır. durumu net olarak tespit etmek lazımdır.

49. bir yakını vefat eden müslüman kardeşini teselli ederek taziyede bulunmak. “allah merhuma rahmet etsin.” şeklinde dua yapılır. taziye ziyareti vasati üç gün içinde yapılır. üç günden sonraki ziyaretlerde vefatı hatırlatıp hüznü deşmek uygun olmaz. evinden cenaze çıkan kimseler üzüntüden dolayı yemek hazırlayıp sofra kuramazlar. bunun için vefalı komşular bir müddet bu eve yemek getirirler. böylece hüzünlerine ortak olduklarını fiilen göstermiş olurlar. cenaze sahibi üç gün kendisine kolayca erişilebilecek bir ortam hazırlar ve böylece kardeşlerinin taziyede bulunabilmelerine imkan tanınmış olur

50. ölmüş kimseleri hayırla yad etmek.

51. mevtanın ardından yüksek sesle ve çırpınarak, saç baş yolarak ağlamamak. böyle yapmak kadere itiraz ve cenabı hakkın takdirini itham etmek olur. ayrıca bu mevtaya iyilik değil azaba vesile olur.

52. sekerat halindeki hastalara “la ilahe illallah, muhammedün rasulullah.” şeklinde telkinde bulunmak. hastanın dudaklarını temiz ve ıslak bir bezle sulandırıp kurumamasını sağlamak. ölüm vaki olup son nefes verilince, okumalar durdurulur ve cenazenin uzağında devam edilebilir. çenesinin açık kalmaması için mendil ve benzeri şeylerle başa bağlanır. gözleri açık ise kapatılır.

53. kabirleri ziyaret etmek. gafleti dağıtır ve uhrevi tefekküre vesile olur. kabristanın kapısına yaklaşınca, kabir halkına gizlice selam verilir. “ey kabir sakinleri, esselamu aleyküm. sizler bizden önce geldiniz, bizler de sizleri takip edeceğiz. size allah’tan af ve mağfiret dileriz.” şeklinde selam ifade edilebilir. sonra ziyaret edilecek merhumun ayakucu tarafından yaklaşılır. yüzüne müteveccihen veya kıbleye karşı durulur. kur’an ve dualar okunabilir. ziyaret esnasında mezarları çiğnemek mekruhtur. şayet geçip gitmek için başka müsait yol yoksa, merhuma sevap hediye edilerek, geçilebilir. mezar üzerindeki yeşillikler yolunmaz, bilakis çiçekler ekilir. kurumuş otlar ayıklanır.

54. hasta akraba, dost ve arkadaşları ziyaret etmek. onlara teselli ve ümit vermek. ziyareti uzun tutmamak. hastanın hoşa gitmeyecek hallerini başka yerde anlatmamak.

55. sıla-i rahimde bulunmak. “akrabayla alakayı kesen bir kimsenin bulunduğu meclise allah’ın rahmeti inmez.”

56. zemzem suyunu hürmeten ayakta ve kıbleye karşı dönerek içmek.

57. anne-babaya itaat etmek, onlara ihsanda bulunmak, kalplerini kırmamak ve hayır dualarını almak.

18 Temmuz 2010 Pazar

Tertipli Oluşu Ve Estetiğe Verdiği Önem


Hz. Peygamber ( s.a.s.) düzenli yaşamaya özen gösteriri, Müslümanlara da her hususta düzenli olmalarini israrla tavsiye ederdi. Bir gün Peygamber Efendimiz ( s.a.s.)�n huzuruna saçı-sakalı birbirine karışmış bir adam geldi. Peygamberimiz ( s.a.s.) o kişiye saçını sakalını düzeltip gelmesini işaret etti, o da düzeltip geldi. Bunun üzerine Peygamberimiz ( s.a.s.) şöyle buyurdu: �biriniz, şeytan gibi saçi başi daginik olmasindan böylesi daha iyi degilmi?�Yine bir gün Sevgili Peygamberimiz ( s.a.s.) üzerinde kirli elbiseler bulunan birini göstererek: �Şu kişi acaba elbisesini yikayacak bir şey bulamiyor mu?�Resul-i Ekrem ( s.a.s.); beden, elbise, yiyecek, giyecek ev ve sokak temizliğine fevkalade önem verirdi. Bununla beraber kalb ve ruh temizliğinin ehemmiyetini de ısrarla belirtirdi. Bunun içindirki; � Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kişidir�buyurmuştur. Peygamberimiz ( s.a.s.)bu hadisiyle toplum içinde, Müslümanlara: �itibarlı ve güvenilir� olmaları gerektiğini işaret ediyordu. Bu sebeple Peygamberimiz ( s.a.s.): �Söz söylerken yalancılık edeni, söz verdiği zaman sözünde durmayanı, kendisine bir şey emanet edilince hıyanet edeni�ikiyüzlülükle nitelemiştir. Çünkü bu eksiklik ve yakiştirmalari yapan Müslümanlar, güvenilir insan olmaktan uzaklaşirlar. Peygamberimiz ( s.a.s.), kalp hakkinda da şöyle der: �Dikkatli ve uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki, iyi olursa tüm beden iyi olur, bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.�Kalp, manevi açıdan bakıldığında bir semboldür, iyi değerlerle beslendiğinde sahibine yol gösterir, estetik duygusu da böyle bir kalbe sahip olmakla başlar. Kalp fesada uğramış ise o kişi iyilik duygularının ve estetik anlayışının gelişip serpilmesini beklemek hayal olur. Yani Müslüman, ahlaki şuurunu gelişmesini sağlayacak ve davranışlarını en güzel, en ölçülü şekilde ayarlamaya özen gösterecek, bunun için de her an Cenab-ı Hak tarafından görülüp gözetildiğinin, ilahi bir denetim altında bulunduğunun farkında olacak. Bu ince noktayı akıldan ırak tutmayan kişi; yanlış işten, eksik ve hatalı davranıştan kaçınacak, dolayısıyla güzelliği, doğruluğu, iyiliği, estetiği yakalayabilecektir. Cenab-ı Hak bize �Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyi hal ver ahirettede...� diye dua yapmamamızı emreder.bundan anlıyoruz ki, Müslüman, hem ahireti hemde dünyayı düşecektir. Ama onun dünyası düzensiz, karışık, dağınık bir dünya olamaz. İşte bunun için olsa gerek ki, Peygamber Efendimiz ( s.a.s.) Bedii zevkler üzerine önemle durur. Onun şu hadisleri bu açıdan çok enteresandır: �Allah güzeldir, güzelliği sever��Allah her şeyd ihsan ( keyfiyetçe güzelligi ve zarafeti ) emretti...�

�Bir insan herhangi bir iş yaptiginda, Allah o işin en iyi şekilde yapilmasini sever�buyuran Sevgili Peygamberimiz ( s.a.s.) bir kabrin bile iyi kazılmasını ve cenaze toprağa verildikten sonra iyi örtülmesini ister. O, bir gün bir cenaze merasimine ( muhtemelen oğlu İbrahim�n cenazesine ) gitti. Mevtayı toprağa verdiler, üstünü örttüler; fakat kabirde bir kazılış hatası vardı, bir taraf eğri görünüyordu. Peygamberimiz ( s.a.s.) bunun hemen düzeltilmesini emretti. Orada bulunanlar: �Bu, ölüyü rahatsız mı eder?�dediler. Peygamberimiz ( s.a.s.) bunlara şu cevabi verdi verdi: �hayır, gerçekte böyle şeyler ölüyü ne sıkar, ne rahatlık verir, fakat bu, sağ olanların gözüne güzel görünmek içindir.

Peygamber Efendimizin Güzel Huylarından Bazıları



Hüccet-ul İslam olarak bilinen İmam Gazali; Tirmizi, Taberani, Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, İbni Mace gibi büyük İslam alimlerinden derleyerek, Peygamber Efendimizin güzel huylarından bazılarını şöyle özetlemiştir:

"Resulullah insanların en yumuşak huylusu, en yiğidi, en adili ve en namuslusu idi. O, insanların en cömerti idi. Allah'ın kendisine verdiklerinden hurma, arpa ne olursa olsun yalnız senelik yiyeceğini ayırırdı, geri kalanını Allah yolunda harcardı. Kendisinde bulunan bir şey istendiğinde verirdi.

O haya olarak da insanların en mükemmeliydi. Rabbi için kızar, şahsı için öfkelenmezdi.

Kendisi veya sahabeleri zarar görse bile hakkı uygulardı.

Allah Rasulü insanların en alçak gönüllüsü, lafı uzatmadan en beliğ konuşanı, en güler yüzlüsüydü. Dünya işlerinden hiçbir şey kendisini endişeye düşürmezdi.

Medine'nin öbür ucundaki hastaları ziyarete gider, güzel kokudan hoşlanır, pis kokulardan tiksinirdi. Fakirlerle oturur, yoksullarla yerdi. Kimseye kaba davranmazdı, kendisine özür beyan edenin özrünü kabul ederdi. Latife yapar idi ama hakkı söylerdi.

Mübah oyunları gördüğünde men etmezdi, hanımlarıyla yarış yapardı. Zavallıları yoksulluklarından dolayı horlamaz, zengine de varlığından dolayı saygı göstermezdi, onu da bunu da Allah'a eşit olarak çağırırdı. Allah Teala üstün huyu ve mükemmel siyaseti onda birleştirmişti...

Allah Teala ahlakın bütün güzelliklerini, iyi yolları, öncekilerin ve sonrakilerin başlarından geçmiş ve geçecek hadiselerin haberlerini, ahirette kurtuluşa ve saadete erdirecek hususları, dünyada gıpta edilip peşinden gidilecek ve gidilmeyecek herşeyi ona öğretmişti.

Allah Teala, onun buyruklarına itaat ve hareketlerinde kendisinin izinden gitmeye bizleri muvaffak kılsın."

Peygamber Efendimizin Sevdiği Yemekler


"Çok sıcak yemeği sevmezdi."131

"En çok hoşlandığı yiyecek etti."132

"Kabağı çok severdi."133

"Avlanan kuş etlerini yerdi."134

"Hurmalardan Acve hurmasını severdi."135

Hz. Aişe (ra) Peygamberimiz (sav)'in sevdiği yiyeceklerle ilgili şunları söylemiştir:

"Tatlı ve balı severlerdi."136

"Hazreti Peygamberin katık olarak yediği yemeklerin bir kısmı şöyle sıralanabilir: Koyunun ön kolu ve sırt eti, pirzola, kebap, tavuk, toy kuşu, et çorbası, tirit, kabak, zeytinyağı, çökelek, kavun, helva, bal, hurma, pazı, anber balığı�quot;137

Hz. Aişe (ra) ek olarak şunları bildirmiştir:

"Kavun, karpuzu yaş hurma ile yerlerdi."138

Hz. Cabir (ra)'den:

"Taze hurma ve kavun çok yerlerdi ve 'bunlar güzel meyvedir' derlerdi."139

"Hiçbir zaman bir yemeği yermemiştir. Hoşuna giderse yer gitmezse yemezdi. Hoşlanmadığında da bir başkasına kötülemezdi." 140

Peygamber Efendimizin sevdiği bazı yiyecekler için söylediği sözlerden bir kısmı ise şöyledir:

"Etin en güzel yeri sırt etidir."141

"Sirke ne güzel katıktır"142

"Mantar kudret helvasıdır."143

"Sinameki ve sennut (tereyağ tulumuna konulan bal) yemeye devam ediniz. Çünkü bu iki şeyde samdan (ölümden) başka her hastalıktan şüphesiz şifa vardır."144

"Zeytinyağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir."145

Peygamber Efendimizin Dış Kıyafetleri



Eşa's b. Süleyn (ra) anlatıyor:

"Bana halam anlattı. Ona da amcası anlatmış. Halamın amcası demişti ki: Bir gün Medine sokaklarında izarımı sürüyerek yürüyordum. Bu sırada arkamdan bir ses işittim: "İzarını yukarı kaldır. Zira izarın yerde sürünmemesi, onun daha temiz kalmasını ve uzun müddet dayanmasını sağlar" diyordu. Arkama dönüp baktığımda bu sözleri söyleyenin Resulullah Efendimiz olduğunu gördüm."107

Seleme b. El-Ekva'dan (ra):

"Hz. Osman, uzunluğu bacaklarının yarısına kadar ulaşan bir izar giyer ve "Arkadaşımın (sahibi), yani Resulullah (sav)'ın izarları da aynen böyleydi" derdi.108

Peygamber Efendimizin yüzüğü ve mührü

Enes b. Malik (ra) anlatıyor:

"Peygamber Efendimizin Mühr-i Şerifleri (şerefli, mübarek mühür) gümüşten yapılmıştı. Kaşı ise Habeş taşındandı.

Resulullah Efendimiz yabancı devlet reislerine mektup yazmak isteyince, bir mühür yüzük yapılmasını buyurdu.

"Peygamber Efendimizin parmağındaki yüzüğün parıltısı hala gözümün önünde duruyor".

"Peygamber Efendimizin Mühr-i Şeriflerinin kaşına, üç satır halinde, "Muhammed Resulullah" ibaresi kazınmıştı. Birinci satırda "Muhammed", ikinci satırda "Resul", üçüncü satırda da "Allah" kelimeleri yer alıyordu."
 

Peygamberimiz (sav)'in Saç ve Sakal Bakım


Peygamber Efendimiz temizliğe çok önem verdiği için, saç ve sakal bakımına da önem vermişlerdir. Bazı kaynaklarda onun yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalar bulundurduğu bildirilmektedir.88 Peygamberimiz (sav) ashabına da aynı tavsiyelerde bulunmuş ve "Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin"89 şeklinde buyurmuşlardır. Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakalı ile ilgili diğer aktarılanlar şu şekildedir:

Hz. Adda İbn Halid'den (ra):

"Mübarek sakalı gayet güzeldi."90

Hz. Aişe (ra) validemiz anlatıyor:

"Resul-i Ekrem (sas)�saçlarını tarayıp yağladığında�quot;91

Simak b. Harb (ra) aktarıyor:

"Cabir b. Semüre'den işittim. Ona, Hazreti Peygamberin saçlarının ağarma durumu sorulmuştu. O da: Mübarek başlarını yağladıkları zaman saçlarının akı gözle farkedilmez; fakat başlarına yağ sürmedikleri anlarda beyazları görünürdü"92 dedi.

Peygamberimiz (sav), dış görünümüne ve temizliğine verdiği önemle, müminlere güzel bir örnek olmuştur. Bir rivayette Peygamber Efendimizin bu konudaki tavrı şöyle belirtilir:

"Bir gün Peygamber (sav) sahabelerinin yanına çıkacağı zaman küpteki suya bakarak sarığını ve sakalını düzeltti ve şöyle dedi: 'Allah kardeşlerinin yanlarına çıkarken kulunun kardeşleri için süslenmesini sever.

Peygamber Efendimizin Nübüvvet (Peygamberlik) Mührü



Allah, Hz. Muhammed (sav)'i alemler üzerine seçmiş ve onun "peygamberlerin sonuncusu" (Ahzab Suresi, 40) olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra hiçbir peygamber gönderilmeyecektir ve Kuran insanlara hidayet rehberi olarak gönderilen en son kitaptır. Allah, Peygamber Efendimizin bu eşsiz özelliğini onun mübarek vücudunda bir izle tecelli ettirmiştir.

İslami kaynaklarda ve rivayetlerde Peygamber Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan bu işarete "nübüvvet mührü" ismi verilir. Peygamberimiz (sav)'in mührüne benzer peygamberlik işaretlerinin diğer peygamberlerde de olduğu, ancak Peygamberimiz (sav)'inkinin daha farklı olduğu el-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih (ra)'den şöyle nakletmiştir:

"�Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni (şamet'ün-nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira Onun peygamberlik beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz bu durum sorulunca: "Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki Peygamberlerin beni gibidir�quot;78 demiştir."

Cabir b. Semüre (ra) anlatıyor:

"Ben Resulullah Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan nübüvvet mührünü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi."79

Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) naklediyor:

"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizin vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüş) hakkındaki hadisi bütün uzunluğu ile zikreder ve:

"Kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü vardı. Ve O, peygamberlerin sonuncusudur" derdi.80

Ebu Nadre (ra) anlatıyor:

"Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin peygamberlik mührünün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu söyledi."81

"İki küreği arasında peygamberlik mührü yer alıyordu. Bu mühür sağ omzuna daha yakındı."82

Muhammed b. Müsenna, Muhammed b. Hazm, Şu'be Simak (ra)'dan:

"Cabir İbn-i Semure'nin şöyle dediğini duydum: Resulullah (sav)'in sırtında mühür gördüm: güvercin yumurtası gibi idi."
 

Peygamberimiz (sav)�n Şemaili - 2



Osmanlı döneminin önemli alimlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa Peygamber Efendimizin anlatılan özelliklerini bir özet haline getiren bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması Kısas-ı Enbiya adlı eserinin IV. cüzünde, "Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye" başlığı altında gerçekleşmiştir:

"�Mübarek cismi güzel, hep azası mütenasip (uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan), endamı gayet matbu, alnı ve göğsü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun ve mevzun (yakışıklı, her bir vasfı ölçülü) ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Mubarek cildi ise ipekten yumuşak idi.

Kemal-i itidal üzere büyük başlı, hilal kaşlı, çekme burunlu, oval yüzlü idi.

Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık, fakat kaşları birbirine yakın idi,

O Nebiyy-i Mücteba (seçilmiş, kıymetli peygamber), ezherüllevn (rengi nurlu, parlak) idi; yani ne ak, ne de kara esmer, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail (benzer) beyaz ve, nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur lemean (parlardı) ederdi. Dişleri, inci gibi abdar (parlak, sağlam vücutlu) ve tabdar (ışıklı, parlak, büklümlü, kıvrımlı) olup, söylerken ön dişlerinden nur saçılır; gülerken, fem-i saadeti (saadetli ağzı), bir latif (mülayim, yumuşak, nazik, güzel) şimşek gibi ziyalar (ışıklar) saçarak açılır idi�

Alem-i bekaya (geride kalanların dünyasını) rihlet (göçmek, ölmek) buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmaya başlamış başında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz var idi.

Havassı (duyular) fevkalade kavi (sağlam, kuvvetli) idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. Elhasıl (sözün özü), en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücud-ı mes'ud (mutlu vücudu) ve mübarek idi� Onu ansızın gören kimseyi sevgi alırdı ve Onunla ülfet ve musahabet (sohbetler, konuşup görüşmeler) eyleyen kimse, Ona can ü gönülden aşık ve mühib olurdu. Ehl-i fazl'a (kerem, ilim sahibi), derecelerine göre ihtiram (hürmet, saygı) eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade (çok bol, fazladan) ikram eylerdi. Lakin (ancak) onları, kendilerinden efdal (daha faziletli, daha layık, daha iyi) olanların üzerine takdim etmezdi.

Hizmetkarlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi.

Sahi (cömert, eliaçık, herkese iyilik etmek isteyen) ve kerim (herşeyin iyisi, faydalısı), şefik (şefkatli, esirgeyen, merhametli) ve rahim (rahmet edici, bağışlayan), şeci (kahraman, yiğit) ve halim (yumuşak huylu, hoş muamele yapan) idi. Ahd ü va'dinde (söz vermede) sabit, kavlinde (sözünde) sadık idi. Elhasıl (neticesi)- hüsn-i ahlakça (ahlak güzelliği) ve akl-ü zekavetçe (keskin anlayışı olan akıl) cümle(bütün, tam) nasa (insanlara) faik (üstün, üstünde) ve her türlü medh ü senaya (övgüye) layık idi.

Yemede, giymede kadar-ı zaruret (yoksulluk derecesinde) ile iktifa (yetinir) ve ziyadesinden (fazlasından) iba eylerdi (çekinirdi)."