27 Ağustos 2020 Perşembe

Aşure Günü


Aşûre günü ve gecesi


Sual: Aşûre günü ve gecesinin önemi nedir?

CEVAP

Muharrem ayının onuncu günü Aşûre günüdür. Muharrem ayı, Kur'an-ı kerimde, kıymet verilen dört aydan biridir. Muharremin birinci günü oruç tutmak, o senenin tamamını oruç tutmak gibi faziletlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur.) [Müslim]


Bu ayın en kıymetli gecesi de Aşûre gecesidir. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul etmiştir. Hazret-i Âdem'in tevbesinin kabul olması, Hazret-i Nuh'un tufandan kurtulması, Hazret-i Yunus'un balığın karnından çıkması, Hazret-i İbrahim'in ateşte yanmaması, Hazret-i İdris'in canlı olarak göğe çıkarılması, Hazret-i Yakub'un oğlu Hazret-i Yusuf'a kavuşması, Hazret-i Yusuf'un kuyudan çıkması, Hazret-i Eyyüb'ün hastalıktan kurtulması, Hazret-i Musa'nın Kızıldeniz'i geçmesi, Hazret-i İsa'nın doğumu ve ölümden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması Aşûre günü oldu.


Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Aşûre günü Nuh aleyhisselamın gemisi, Cudi dağına indirildi. O gün Nuh ve yanındakiler, Allahü teâlâya şükür için oruçlu idiler. Hayvanlar da hiç bir şey yememişti. Allahü teâlâ denizi, beni İsrail için, aşûre günü yardı. Yine Aşûre günü Allahü teâlâ Adem aleyhisselamın ve Yunus aleyhisselamın kavminin tevbesini kabul etti. İbrahim aleyhisselam da o gün doğdu.) [Taberani]


Öteden beri Kureyş de, Resulullah da Aşûre günü oruç tutardı. Medine’ye gelince de yine o gün oruç tuttu ve tutulmasını emretti. (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud)


Medine’de aşûre günü oruç tutan Peygamber efendimiz, Yahudilerin de oruç tuttuklarını gördü. (Niye oruç tutuyorsunuz?) diye sordu. Onlar da, (Allah’ın İsrail oğullarını düşmanından kurtardığı bir gündür, Musa bu günde oruç tuttuğu için) dediler. Resulullah efendimiz de, Müslümanların bugün oruç tutmalarının sebebini anlatmak için, (Ben Musa aleyhisselama sizden daha layıkım) buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud)


Aşûre günü yapılması iyi olan işler:

1- Aşûre günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Aşûre günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur.) [Müslim, Tirmizî, İ. Ahmed, Taberanî]

Tek başına Aşûre günü oruç tutmak mekruh olur. Çünkü Yahudilere benzenmiş olur. 9. ile 10. veya 10. ile 11. günü tutulursa mekruh olmaz.


(Aşûrenin faziletinden faydalanın! Bu mübarek günde oruç tutan, melekler, peygamberler, şehitler ve salihlerin ibadetleri kadar sevaba kavuşur.) [Şir’a]


(Aşûre günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak, Yahudilere muhalefet edin!) [İ. Ahmed] [Yalnız Aşûre günü oruç tutmak mekruhtur. Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutmalı!]


Peygamber efendimiz bir gün öğleye doğru buyurdu ki:

(Herkese duyurun! Bugün bir şey yiyen, akşama kadar yemesin, oruçlu gibi dursun! Bir şey yemeyen de oruç tutsun! Çünkü bugün Aşûre günüdür.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]


Bugün oruç tutmak çok kıymetlidir. Peygamber efendimiz, bugün bir hurmayı mübarek ağzında ıslatıp çocukların ağzına verirdi. Çocuklar, Resulullah’ın mucizesi olarak akşama kadar bir şey yiyip içmezlerdi. Bugün bazı hayvanların bile bir şey yemediği bildirilmiştir. Bir avcı, Aşûre günü, bir geyik yakaladı. Geyik, yavrularını emzirip akşamdan sonra dönmek üzere, avcının izin vermesi için, Resulullah efendimizden, şefaat istedi. Avcı, geyiğin akşama kalmadan hemen gelmesini isteyince, geyik, (Bugün Aşûre günüdür. Bugünün hürmetine yavrularımızı emzirmeyiz. Onun için akşamdan sonra gelmek için izin istedim) dedi. Bunu duyan avcı, geyiği Resulullah’a hediye etti. O da, geyiği serbest bıraktı.


2- Sıla-i rahim yapmalı. Yani salih akrabayı ziyaret edip, hediye ile veya çeşitli yardım ile gönüllerini almalı. Hadis-i şerifte, (Sıla-i rahmi terk eden, Aşûre günü akrabasını ziyaret ederse, Yahya ve İsa’nın sevabı kadar ecre kavuşur) buyuruldu. (Şir’a)


3- Sadaka vermek sünnettir, ibadettir. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü, zerre kadar sadaka veren, Uhud Dağı kadar sevaba kavuşur) buyuruldu. (Şir'a)


Aşûre tatlısı pişirmeyi sünnet sanarak pişirmek, bid’at olur, caiz olmaz. Ama sünnet demeden Aşûre veya başka herhangi bir tatlı pişirmekte mahzur yoktur. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Tedavi niyetiyle sürme çeken bugün de sürmelenebilir. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü ismidle sürmelenen, göz ağrısı görmez) buyuruldu. (Hâkim)


4- Çok selam vermeli. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü on Müslümana selam veren, bütün Müslümanlara selam vermiş gibi sevaba kavuşur) buyuruldu. (Şir'a)


5- Çoluk çocuğunu sevindirmeli! Hadis-i şerifte, (Aşûre günü, aile efradının nafakasını geniş tutanın, bütün yıl nafakası geniş olur) buyuruldu. (Beyhekî)


6- Gusletmeli. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü gusleden mümin, günahlardan temizlenir) buyuruldu. (Şir'a) [Bu sevaplar, itikadı düzgün olan, namaz kılan ve haramlardan kaçan mümin içindir. Bunlara riayet etmeyen kimse, Aşûre günü, bir değil, defalarca gusletse, günahları affolmaz.]


7- İlim öğrenmeli! Hadis-i şerifte, (Aşûre günü, ilim öğrenilen veya Allahü teâlâyı zikredilen bir yerde, biraz oturan, Cennete girer) buyuruldu. Bu gece ilim olarak, ehl-i sünnete uygun bir kitap, [mesela İslam Ahlakı veya Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] okumalıdır. Ayrıca Kur’an-ı kerim okumalı, kazası olan kaza namazı kılmalı. (Şir’a)


Hazret-i Hüseyin, 10 Muharremde şehit edildi. O yüce imamın şehit edilmesi, elbette bütün müslümanlar için büyük musibet ve üzüntüdür. Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hamza’nın şehit edilmeleri de, böyle büyük musibet ve üzüntüdür. Fakat, Peygamber efendimiz, Hazret-i Hamza’nın şehit edildiği günün yıldönümlerinde matem [yas] tutmadı. Matem tutmayı da emretmedi. Matem yasak olmasaydı, herkesten önce Peygamber efendimizin ölümü için matem tutulurdu. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Matem tutan, ölmeden tevbe etmezse, kıyamette şiddetli azap görür.) [Müslim]


(İki şey vardır ki, insanı küfre sürükler. Birincisi, birinin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır.) [Müslim]


Hicri yılbaşında okunan bu dua, Aşûre günü de okunabilir:

(Elhamdülillâhi Rabbil-âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn. Allahümme entel-ebediyyü'l-kadîm, el-hayyül-kerîm, el-hannân, el-mennân. Ve hâzihî senetün cedîdetün. Es'elüke fîhe'l-ısmete mineşşeytânirracîm, vel avne alâ hâzihin-nefsil-emmâreti bissûi vel-iştiğâle bimâ yukarribünî ileyke, yâ zel-celâli vel-ikrâm, birahmetike yâ erhamerrâhimîn. Ve sallallâhu ve selleme alâ seyyidinâ ve nebiyyinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve ehl-i beytihî ecmaîn.)


Duanın orijinali için buraya tıklayınız!


Aşûre günü
Sual: Aşûre gününün önemi nedir ve bu günde neler yapılmalıdır?
Cevap: Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşûre gecesi, onuncu günü de Aşûre günüdür. Muharrem ayı, Kur’ân-ı kerimde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesi ve günüdür. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabul olması, Nuh aleyhisselamın gemisinin tufandan kurtulması, Yunus aleyhisselamın balığın karnından çıkması, İbrahim aleyhisselamın Nemrud'un ateşinde yanmaması, İdris aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması, Yakup aleyhisselamın, oğlu Yusuf aleyhisselama kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yusuf aleyhisselamın kuyudan çıkması, Eyüp aleyhisselamın hastalıktan kurtulması, Musa aleyhisselamın Kızıldeniz’den geçip, Firavunun boğulması ve İsa aleyhisselamın viladeti, doğumu ve Yahudilerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu.

Nuh aleyhisselam gemide aşure tatlısı pişirdiği için Müslümanların Muharremin onuncu günü aşure pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselam ve Eshâb-ı kiram böyle yapmadı. Muhammed aleyhisselamın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir.

Aşûre günü, Berat ve Regaib geceleri, camilerde toplanarak cemaat ile namaz kılanlar, bu toplantılarla sevap kazandıklarını sanıyorlar ise de, bunlar fıkıh âlimlerinin sözbirliği ile mekruh dedikleri işi işlemektedirler. Mekruhu iyi bilmek ise, büyük cinayetlerdendir.

Mübarek gecelerde ibadet etmek çok sevaptır. Rıyâd-un-nâsıhîn kitâbında buyuruluyor ki:

“İmâm-ı Nevevî hazretleri, Ezkâr kitabında ‘gecenin oniki kısmından bir kısmını yani bir saat kadar ihya etmek, yani okumak, kılmak, dua etmek, bütün geceyi ihya etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böyledir’ buyuruyor.” İbni Abidînde de böyle olduğu bildirilmektedir. Hadîs-i şerifte buyuruldu ki:

(Aşûre gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara keffarettir.)

Aşûre günü oruç tutmak isteyenler, Muharremin 9., 10. veya 10., 11. yahut 9., 10.,11. günleri tutmalıdır.

 



15 Ağustos 2020 Cumartesi

Tefekkür

Te­fek­kür: Düşünmek ve hatırlamak anlamındaki fikr kökünden türeyen tefekkür, düşünme demektir. Tefekkür, insanı diğer varlıklardan farklı kılan ayırıcı bir özelliktir. Kur'ân'-da bu kavram fiil şeklinde 18 âyette geçmiş, düşünülmesi teşvik edilmiş ve düşünenler övülmüştür.

Düşünmek anlamına gelen tefekkür hakkında Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- da şöyle buyuruyor: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” Peki tefekkürü nasıl yapmalıyız? Örnekleri ile birlikte istifadenize sunuyoruz.

TEFEKKÜR İLE İLİGİLİ BAZI AYTETLER

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Onlar ki, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allâhʼı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) buyurmaktadır.

İnsan, her an bu hâllerden biri üzere bulunduğuna göre, demek ki Rabbimiz, biz kullarını yalnız ibadetler esnâsında değil, her hâlükârda, dâimî zikir hâlinde bulunmaya dâvet etmektedir.

Aynı âyet-i kerîmenin devamında da şöyle buyurmaktadır:

“…Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve şöyle derler:) «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Senʼi tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)

Yani zikrin kemâline erebilmemiz için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellîleri üzerinde, tefekkür derinliği kazanmamız lâzım gelmektedir.

Hakîkaten, bu tefekkür neticesinde kulun kendi hiçlik ve acziyetini idrâk etmesi; kalbinde derûnî ürperişlerle, haşyet ve hayret duygularının neşv ü nemâ bulmasına vesîle olur.

NASIL TEFEKKÜR EDİLİR?

Hayret; kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilâhî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması, mânen istiğrak hâline bürünmesidir. Selîm bir kalp ve akılla tefekkür eden bir müʼmin için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret tecellîlerinin hangisi hayrete şâyan değildir ki?

İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vücudumuzdaki muhteşem sistemler; çevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas ekolojik denge vs… Gözle görülemeyen atomun çekirdeğindeki nötron, proton, bunların mihveri olan elektron ve onun müthiş deverânı; fezâdaki Güneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan ve aşan mesafeleri, hacimleri, sirkülasyonları…

Velhâsıl mikrodan, makroya bütün bir kâinat, onları yoktan var eden Yüce Hâlıkʼımızın sonsuz sır, hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler, deliller, yani fiilî âyetler durumunda…

Bir düşünecek olursak:

HAYVANLARI TEFEKKÜR

Meselâ, üzerinde yaşadığımız şu koskoca Dünya, kâinat içinde âdeta çöldeki bir kum tânesi veya deryada bir damla gibi kalıyor. Bizler de o damlanın içindeki zerrelerin de zerresiyiz. Müteâl, yani idrâk ötesi mükemmellik sahibi olan Rabbimizʼin melekûtu, kudreti, sanat ve saltanatı ne kadar da muazzam! Sübhânallah!..

Bir filin içine milyonlarca karınca konulsa yine de dolmaz. Lâkin filin hayâtiyetini temin eden organlar, bir karıncanın, hattâ ondan daha küçük canlıların içinde de var.

BİTKİLERİ TEFEKKÜR

Basit birer ot gibi gözüken çeşitli bitkilerin topraktan bulup çıkardığı muhtelif renkler, kokular, tatlar ve değişik şekillerdeki yapraklar, hiçbir kimyâgerin bir eşini yapmaya muktedir olamadığı, ne hârika şeyler!.. Bütün bunlar, Cenâb-ı Hakkʼın “el-Bârî, el-Musavvir” sıfatlarının ayrı ayrı tecellîleri…

RIZKIMIZI TEFEKKÜR

Yine hayrete şâyandır ki, Dünya ve içindeki canlılar yaratıldığından beri, hiçbir canlının rızkı ihmâl edilmeden, sayısız ilâhî sofralar kuruldu, hâlen de kuruluyor. Bir düşünecek olursak; Dünyaʼnın dörtte üçü su ile kaplıdır. Dörtte birinin büyük bir kısmı da bitki yetişmesine elverişli olmayan kayalık veya çöllerden oluşmaktadır. Geriye kalan çok az bir kısmı topraktır.

Fakat Cenâb-ı Hak ne yüce bir kudret sahibidir ki, bu sınırlı toprağı sonsuz bir istihâle ile, yani sürekli bir değişim ve dönüşümle, bütün canlıları doyuracak gıdâların kaynağı kılmaktadır. Üstelik her mahlûkâta da ayrı ayrı sofralar kurulmaktadır. Zira bir canlının yiyebildiklerini, bir başka canlı yiyemez. Tavuğun gıdâsı ayrı, koyunun gıdâsı ayrı, insanın gıdâsı ayrıdır…

SUYU TEFEKKÜR

Yine Cenâb-ı Hakkʼın hayat vesîlesi kıldığı “su” da çok büyük hikmetler taşımaktadır. İçtiğimiz suya bakıp tefekkür etmeliyiz ki Cenâb-ı Hak;

“Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 70) buyuruyor.

Diğer bir âyet-i kerîmede ise:

“De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?” (el-Mülk, 30) buyuruyor. Hakîkaten, öyle bir durumda ne yapabilirdik?!.

Yine bir bardak suyun mâcerâsı, yani yaratıldığı andan bugüne kadar yeryüzü ile gökyüzü arasındaki gidiş-gelişi, içinden geçtiği canlı-cansız varlıklar, gezip dolaştığı coğrafyalar yazılacak olsa, kitaplara sığmazdı.

KÂİNÂTI TEFEKKÜR

Öte yandan, son teknolojiyle îmâl edilmiş bir araba bile, bir müddet sonra ârıza yapıyor, eskiyor, neticede harâb olup hurdaya gidiyor. Dünyaʼyı ısıtıp aydınlatan Güneş ise, belki de milyarlarca yıldır çalışıyor, fakat en ufak bir ârıza yok. Semâdaki ilâhî takvim ve program, saniye şaşmadan, emrolunduğu şekilde işlemeye devam ediyor.

Rabbimiz bu hususa da dikkatlerimizi çekerek şöyle buyuruyor:

“O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allâhʼın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.” (el-Mülk, 3-4)

Velhâsıl, bu kâinâtı ibret nazarıyla seyre çıkan gözler, hayretle geri dönerler. Nitekim, kâinatta sergilenen ilâhî sanat eserlerini ibretle temâşâ eden 19. asrın büyük şâirlerinden Ziyâ Paşa da hissiyâtını şu şekilde şiire dökmüştür:

Sübhâne men tehayyera fî sun‘ihi’l-ukûl

Sübhâne men bi-kudratihî ya‘cizu’l-fuhûl

“Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün âlimleri bile âciz bırakan Allah Teâlâ’yı tesbîh ederim.”

Diğer bir beytinde de:

İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez,

Zîrâ bu terâzî bu kadar sıkleti çekmez.

diyerek ilâhî kudretin azameti karşısında beşerin âcizliğini dile getirmiştir.

TEFEKKÜR SONRASI RABBİMİZİ MEDH Ü SENÂ

Bizler de, akılları âciz bırakan ilâhî sanat hârikaları karşısında Rabbimizʼin rahmetine sığınarak;

“‒Aman yâ Rabbi! Sen ne yücesin! Senʼi her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz. Bizler Senʼi lâyıkıyla medh ü senâ etmekten ve Senʼin azametine yaraşır bir kullukta bulunmaktan âciziz! Sana ne kadar hamd ü senâda bulunsak azdır. Sen bizim kulluk ve mârifetimizdeki noksanlığımızı, hamd ve şükrümüzdeki âcizliğimizi bağışla!..” niyâzında bulunmalıyız.

Sonra da, zuhûrunun şiddetinden gâib olan Rabbimizʼe hayranlık hissiyâtı içinde; tesbih, tahmid, tekbir, tehlil ve tâzimde bulunmalıyız. Gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği her şeyde Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayıp kalp rikkati ve tefekkür derinliği kazanmalıyız.

Böylesine derin bir tefekkür ile kendini her an huzûr-i ilâhîde bilme neticesinde kalpte hâsıl olan hayret hâlinin, Muhammed Pârisâ Hazretleri’ndeki tezâhürlerinden biri şöyledir:

Muhammed Pârisâ Hazretleri, yatsı namazından sonra mescidin avlusunda asâsını göğsüne dayayıp bir miktar dururlar, yakınlarıyla ayaküstü kısa bir sohbetten sonra kendinden geçip öylece kalırlardı. Çok defa vâkî olan bu hâl, o kadar uzun sürerdi ki, müezzin sabah ezanını okurken tekrar hareket eder ve sabah namazını kılmak için yine mescide girerlerdi.[6]

Âdeta maddî âlemden sıyrılarak zaman ve mekânı unuturcasına yaşanan bu hayret ve gaybet hâli, ilâhî hikmet ve hakîkatlerin hayranlığı içinde, gönlün cezbolmasının bir neticesidir.

GÜZELLİKLERİN ASIL SAHİBİNİ TEFEKKÜR

Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm-ʼın güzelliğine hayran kalarak kendinden geçen Mısırlı kadınların ellerinin kesildiğini hissetmeyecek duruma gelmeleri gibi; ilâhî sır, hikmet ve hakîkatlerle mest olup kendinden geçen Hak âşıkları da âdeta maddî âlemden tecerrüd ederler.

Düşünmek îcâb eder ki Yûsuf -aleyhisselâm-ʼın cemâlini temâşâ etmek, insanı bu derece kendinden geçirirse; acabâ bütün güzelliklerin mutlak menbaı olan Allah Teâlâʼnın, sıfatları, nîmetleri, kudret ve azamet tecellîlerinin tefekküründe derinleşen bir kulun hâli nice olur?

TEFEKKÜRÜN NETÎCESİ

Bunu anlamak için peygamberlerin, Hak dostlarının ve kâmil müʼminlerin, ibadet ve tâatlerindeki huşû hâline bakmak kâfîdir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını bildiren Hazret-i Âişe-radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, bir defasında da şöyle buyurmuşlardır:

“…Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gece kalkınca önce dört rekât bir namaz kılardı ki, onların güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra dört rekât daha kılardı ki, onların da güzelliğini ve uzunluğunu hiç sorma! Sonra üç rekât[7] daha kılardı…” (Buhârî, Teheccüd 16, Terâvih 1; Müslim, Müsâfirîn, 125)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın şu sözü de, Allah Rasûlü’nün ibadetteki aşk, vecd ve istiğrak hâlinin diğer bir misâlini göstermektedir:

“…İyi biliyorum ki, Bedir günü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hâriç hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp gözyaşı dökmüştü.” (Müslim, Sıyâm, 204)

Buna benzer daha birçok hâdise, sahâbe-i kirâmın şâhitlikleriyle nakledilmektedir.

Demek ki, kalbi tam mânâsıyla Allâhʼa vererek vecd içinde yapılan ibadet ve tâatlere doyum olmaz.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin torunu olan Şeyh Seyfeddin Hazretleri, bâzı geceler iki rekâtta hatim indirir ve Rabbiyle o husûsî mülâkatta gark olduğu hazzın hiç bitmemesi arzusuyla:

“Allâh’ım doyamıyorum, geceler ne kadar da kısa!..” diye ilticâ ederdi.

Rabbimiz, o velî kullarının, feyz, rûhâniyet, vecd ve istiğrak hâlinden bizlere de hisseler nasîb eylesin. Hayret ve haşyet tecellîleriyle Yüce Zâtʼını zikrederek kalbî rikkat ve teyakkuz hâlinde yaşamayı, cümlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Ekim-2015, Sayı: 356

CENAB-I HAKKIN NİMETLERİNİ TEFEKKÜR ET!