3 Mart 2011 Perşembe

Gul peygamberim,







Gul peygamberim,

Ummetin Sana selam gonderince, Allah (cc)`in melekleri bu selami alir Sana iletirlermis, oyle ise:

Es-selamu aleyke Ya Rasulallah
Es-selamu aleyke Ya Habiballah
Es-selamu aleyke Ya Nebiyallah
Selam Sana Ey Gul-i Rana !

Ya Rasulallah,

Suan elimde tuttugum kalem dahi hal-i ruhuyetimi Sana izah etmekten aciz kaliyor Ve Sana yazdigim her kelimeyi “kelime”olarak degilde ruhumdan gelen bir duygu yuku olarak kelimelere yansitiyorum Neye, nerden ve nasil basliyacagimi bilmeden, bir sehre ilk defa tesrif eden bir insan gibi, ben de hangi duygu selinde bogulacagimi bilmeden baslamak istiyorum acizane

Ya Habiballah,

Gonlumun Gulu, ruhumun huzur kaynagi, guzide insan, rahmet peygamberim!
Gullere bakipta hayran olmamak olmaz, guller kokusunu da o guzelligini de Senden almistir Kimbilir Senin cemaline bakanlar ne kadar meftun oldular Sana Hani Ebu Cehil Sana: “Ya Muhammed ne kadar cirkinsin”demisti Sen de sukut etmistin, Sen biliyordun ki herkes kalbinin guzelligi kadar guzelligi gorebilirdi Ve derken Ebu Bekir (ra), sadik dostun gelmisti de Sana hayran hayran bakip, ve can-i gonulden: “Ya Rasulallah ne kadar guzelsin”demisti

Sana Ebu Bekir(ra) gozuyle bakmayi ne kadar yeglerdim Ben de Yesil Kubbeni seyrediyorum resimlerde Ne kadar Ebu Bekir (ra) misali hayranlikla bakmayi beceremesemde, Senin icin kalbimin en derinliklerinde Sana ozlemim ve sevgim var Ya Rasulallah, ne zaman dunya hayati beni cok mutlu ediyor ven ne zaman benim canimi acitiyor, o an odama kosuyor ve Senin Yesil Kubbeni bakarak agliyorum Sanki Sen yanimdaymissin gibi Seninle konusuyor ve mutlulugu, da huznu de Seninle yasiyorum Masuk asksiz olmaz Ya HabiballahYuregimdeki yanan gizli bir korsun ve insaAllah hep oyle kalacaksin

Ey Gonuller Sultani, Ask ikliminin en Guzel Sevdasi,

Kalbimiz aciyor buralarda Seni Sensiz yasamak zor geliyor bizlere Senin yolunda gidenlerden yuz ceviriyor bir coklari Islam garip baslamisti, suanda boynu bukuk devam ediyor ya Rasulallah Bu kadar guzel bir dini guzel yasayamayan bizlere, darbe ustune darbe indiriliyor Allah cc`a kasem olsun ki, bizler birseylerin farkina varma noktasindayiz Ya Rasulallah Indirilen darbeler artik gozumuzu acmamiza vesile oldu biiznillah Bu kalpler Hak`kin ve Senin askini yasadikca islam bayragida gonullerde ve bu kainatta hep dalgalanacak insaAllah

Ya Rasulallah, yurekler Senin ozlemine bogulmus, Senin Sancaginin altinda bulusacagimiz gunu bekliyoruz
Ne kadar gunahkar olsakta, Seni cok seviyoruz, ve sairin diliyle ”Seni Seven Senin gibi olmali” bunun da idrakindeyiz acizane

Duygularimi dahi anlatmaktan aciz kaldigim suanlarda mektubuma son veriyorum Ben isterdim ki Ya Rasulallah, Sana yazdigim her mektubun altina gozyaslarimla imzami atabilseydim Fakat…

O beklenen gunde sefaatinden bizleri mahrum eyleme Sevgili Peygamberim…

Ve tekrardan…

Es-selamu aleyke Ya Rasulallah
Es-selamu aleyke Ya Habiballah
Es-selamu aleyke Ya Nebiyallah
Selam Sana Ey Gul- Rana !

Kula duâ etmek yakışır


e-PostaYazdırPDF

Hasan Bey: “Cenâb-ı Hak bizim her duâmıza ‘Lebbeyk!’ diyor. Ancak bazen farklı şekilde kabul ediyor. Yani bizim için en güzel şekilde takdir ediyor. Rabbimizin bize her şeyi güzel sûrette vereceğine dair herhangi bir vaadi mi var? Ya da buna-–hâşâ—mecbur mu?”

Cenâb-ı Hak, Hâlık’tır; biz O’nun yarattığı mahlûkuz. O Fâtır’dır; biz O’nun yoğurduğu fıtratız. O Rahîm’dir; biz rahmete muhtacız. O Rauf’tur; biz O’nun re’fetine ve yumuşak tavırlarına muhtacız. O Rahman’dır; biz O’nun merhametini umuyoruz. O Halim’dir; biz O’nun yumuşak huylu muâmelesine muhtacız. O Ğafûr’dur; biz O’nun mağfiretine muhtacız. O Vedûd’dur; biz O’nun tarafından sevilmeye muhtacız. O Vehhâb’dır; biz isteyen ve zenginliğinden varlık ve sayısız nimetler, ihsanlar ve ikramlar uman kullarıyız. O Rab’dir; biz terbiyeye muhtacız. O Ğanî’dir; biz O’nun vermesine, feyzine ve bereketine muhtaç ve muntazırız. O Mücîb’dir; biz duâ eden ve cevap bekleyen kullarız.1
Biz O’nun kuluyuz. Duâ bizim şe’nimiz. O bizim Rabb’imiz; duâmıza cevap vermek ve dilediğince kabul etmek de O’nun şe’nidir. Biz duâmızı yaparsak, O bize cevap veriyor ve istediğimizin ya aynısını, ya da daha evlâsını veriyor. Duâmızı kabul ediyor. Duâ, O’nunla bizim aramızda en sağlam, en sağlıklı, en canlı, en diri, en hayatdâr, en salim, en emin, en kısa, en tesirli, en müstecâp, en huzurlu, en kuvvetli, en nazik ve en nezih bağlantı ve kanaldır. Bundandır ki Yüce Kitabında O, “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” 2 diye ilân ediyor.
Ana ile evlât arasındaki nezih ve nazik muameleyi düşünelim bir kez. Evlât her istediğinde, ana şefkatinden bin bir parça olmaz mı? Eğer evlâdının istediği elinde varsa, canla-başla vermez mi? Bir yaşındaki bir yavruya annenin düşkünlüğünü ve düşkünlüğüne denk olarak yavrunun isteklerine kendisini feda edişini hesap edebiliyor muyuz?   
Hazret-i Ömer (ra) anlatmıştır: “Bir gün bir takım esirler getirilmişti. Esirler içinde bir kadın vardı; kadın sağa sola koşturup çocuğunu arıyordu. Bir çocuğa rastladığında çocuğu tutuyor, bağrına basıyor, kokluyor, okşuyor ve emziriyordu. Resul-i Ekrem Efendimiz (asm):
“Şu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini zanneder misiniz?” buyurdu.
Biz de:
“Hayır, ya Resûlallah! Vallahi atmaz!” dedik.
Allah Resulü (asm):
“İşte Allah kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.3
İşte böyle bir İlâh’ımız, böyle bir Hâlık’ımız, böyle bir Yaradan’ımız, böyle bir Allah’ımız var. Elimizi açtığımızda, kalbimizi müteveccih kıldığımızda, gönlümüzü verdiğimizde, içtenlikle yöneldiğimizde bize cevap veriyor, “İsteyin; vereyim.” 4 diyor.
Ancak çoğu zaman biz şartlardan ve kurallardan kendimizi kurtaramıyoruz; kendi kabuğumuzu kıramıyoruz, kendimizi nazdan niyaza alamıyoruz, duâ ve kulluk makamını yeterince değerlendiremiyoruz.
İslâm büyüklerinden meşhur Ata, itikâfı şöyle tanımlar: “İtikâfa giren kimse, ihtiyacından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup, ‘İhtiyacımı karşılamadıkça buradan ayrılmam!’ diye yalvaran birisine benzer. Nitekim o da Cenâb-ı Hakk’ın bir mabedine sığınmış ve ‘Beni affetmedikçe buradan ayrılıp gitmem ya Rab!’ diyor.”
Demek, duâlarımızın kabulü için içtenlikle istemek ve yalvarmak gerekiyor. Kulluğumuzu takınmamız gerekiyor. Yakarışı sürekli kılmamız ve duâyı hiçbir şekilde elden bırakmamamız gerekiyor.
Ancak; hiç şüphesiz, bizim içtenlikle isteyişlerimiz karşısında Allah’ın duâlarımızı kabulünü ve isteklerimizin ya aynısını, ya da daha evlâsını verişini O’nun için “mecburiyet” sıfatıyla izah edemeyiz. Yani Allah bir şeye mecbur kalmaz. Allah’ı hiç kimse, hiçbir konu için “icbar” etmez, edemez, zor kullanamaz. Her zaman ve her zeminde, dünyada ve âhirette Cebbar olan Allah’tır, İcbar eden Allah’tır, başkasını mecbur bırakan Allah’tır. 
Binâenaleyh; Allah’ın yalvarışlarımıza cevap verişi, isteklerimize ilgi duyuşu, duâlarımızı kabul edişi, günahlarımızı affedişi ve bizi bağışlayışı sırf O’nun üzerimizdeki sonsuz merhametini, sınırsız rahmetini, engin şefkatini, nezih sevgisini, bize ve isteklerimize ne yüce değer verişini gösterir.
Her hâl ve her şartta Allah’a hamd olsun!

DUÂ
Ey Mücibü’d-Daavât! Duâmı makbul kıl! Sa’yimi meşkûr kıl! Amelimi mebrur kıl! Duâmı merdut, kulluğumu matrud, imanımı meşkûk, davranışımı müfsid kılma! Nifak, hilâf, fesat, kin, adavet, düşman ve şeytan fitnesinden bizi ve ehl-i imanı koru! Âmin!

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman, Mektubat, s. 234, 235.
2- Furkan Sûresi, 25/77.
3- R. Sâlihîn, 417.
4- Mü’min Sûresi, 40/6.