25 Haziran 2010 Cuma

SAHABELER

Bâyezîd-i Bistâmî

Bâyezîd-i Bistâmî Yetmişinci haccına gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona;

"Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Yetmiş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı.

Bu ses onu üzdü. Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa;

"Kim benim Yetmiş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu.

Bir adam başını kaldırıp; "Ben alırım." dedi ve ekmeği uzattı.

Bâyezîd-i Bistâmî aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne koydu. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir râhip ile karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Râhip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devâm etti. Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;

"Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun." dediği sırada râhip içeri girdi ve;

"İsmin nedir?" diye sordu.

O da; "Bâyezîd!" cevâbını verdi.

Râhip; "Ne güzel adamsın. Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;

"Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ konuşur. Onu dinlemeni istiyorum." deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu.

Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek;

"Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi." dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı.

Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi.

Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin getirdiği giysileri giydi. Râhiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi. 160 yaşında, sakalı diz kapağında bir papaz... Fakat konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda;

"Nasil konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi.

Halk ve râhipler galeyâna gelerek; "Onu göster parçalayalım, öldürelim." diye bağrıştılar.

Başrâhip; "Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim." dedi.

Bunun üzerine râhipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler.

Başrâhip; "Ey Muhammedî! Allah'ını ve peygamberini seviyorsan; Ayağa kalk ve kendini göster." diye seslenince,

Bâyezîd-i Bistâmî ayağa kalktı. Ve papazları yara yara içlerinden başrahibin yanına ilerledi. "Kalbinden de şunu geçiriyor; Bir değil Bin başım olsa yinede çıkardım..."

Bas râhip; "Adın ne?" diye sordu.

"Bâyezîd!" cevâbını verdi.

"Tahsil gördün mü?" diye sorunca;

"Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum." dedi.

Bunun üzerine râhip; "O hâlde bana şu hususları cevaplandır:

İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"

Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe; "Beni iyi dinle!

İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan bir Allahü teâlâdır.

Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür.

Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktir (boşamadır).

Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı kerîmdir.(Bir rivayettede şu şekilde geçer."Dört halifemiz(hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.e.) Bunlar 4 tanesine desen dünyada kafir kalmayıncaya hepsinin kellesini al. Alırdı. Bunların beşincisi yoktur.


Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır.

Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür.

Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür.

Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir.

Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir.(bu yanlış yazılmış olabilir. Çünkü hamilelik müddeti 4 yıla kadar'dır.)

On birincisi olmayan on, Cennetle müjdelenen 10 kişi'dir...

On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir.

On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi.

Râhip tebessüm ederek; "Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver." dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Îsâ peygamber havadan yaratıldı, havada muhâfaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi." diye cevap verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca;

"Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu, Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip şehit edildi." cevâbını verdi.

Râhip tekrar; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu.

O da;

"İblîs ateşten yaratıldı. İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu." dedi.

Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı. Eshâb-i Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi." cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır." cevâbını verdi.

Râhip yine; "Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;

"Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur." cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ agacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi.

Râhip; "Doğru söyledin. Simdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır.

Bu ağaç nedir?" deyince:

"Ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder." cevâbını verdi.

Son olarak râhip söyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmis, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?"

Bâyezîd-i Bistâmî;

"Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, râhibe;

"Ey râhip! Birçok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâde ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım.

O da şudur:

Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?"

Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı.Boynu büktü...
(Başrahibin şöyle dediğide rivayet edilir.- Bizi dinden etme. Beyazit Bistami başrahibe hitaben; Dinden mi? olursun. Dine mi? girersin.

Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve;

"Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler.

O da; "Hayır mağlûb olmak istemiyorum." deyince;

"Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun." dediklerinde;

"Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?" dedi.

Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler.

Râhip; "Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre;

Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu.

Diger râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular.

Bâyezîd-i Bistâmî de onlarin yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti. Böylece onun buraya gitmesinin hikmeti anlaşıldı..

DUA VE ZİKİR

 
 Photobucket
Allah'ım !
Kanadı kırık bir kuş gibiyim.
Uçsam uçamıyor, göçsem göçemiyorum.
Yarım bırakılmış bir düş gibiyim.
Yardan da, serden de geçemiyorum.
Menzile erememe korkusu sardı benliğimi
Kolum kanadım kırık , gönlüm bin pare!
Ey kalpleri evirip çeviren, ey gönüller sahibi !
Yaraları saran , dağılanı toplayan Sensin !
Varlığım Senin varlığının şahidi
Varlığım Senin Rahmetinin şahidi!
Photobucket
Allah'ım !
Yalnız Senden yardım diler yalnız Sana kulluk ederiz.
Seni sığınak, barınak, tutamak bilir Ya Allah deriz.
Şeytandan SANA sığınır e'uzu billah deriz.
Her işe Seninle başlar bismillah deriz.
Nimet verdiğinde gönülden şükrederiz.
Versen de aslanda elhamdülillah deriz.
Hayran kaldığımızda maş
Pişman olduğumuz da estağfurullah deriz.
Sevindiğimizde Allah'u ekber,
Üzüldüğümüzde inna lillah deriz.
Canımız sıkıldığında fe-subhanallah ,
Zafer kazandığımızda nasrun minallah,
Rızık kazandığımızda er-rizku 'alallah deriz.
Bir işi arzu ettiğimizde inş
Bir işi başardığımızda biiznillah deriz.
Güçlük karşısında la-havle ve-la kuvvete illa billah,
Söz verdiğimizde ve'Allah ve billah deriz.
Photobucket
Allah'ım !
Benliğimin yaktığı ateşte yakma beni!
Beni nefsime kul etme, kul et nefsimi Sana !
Bir lahza dahi bana bırakma beni!
Sen bana yetersin, yetmem ben bana .
Bilmediğimi bildir, görmediğimi göster!
Sen bildirmezsen bilemem, göremem göstermezsen
Gönlüme huzur,gözlerime nur, dizime derman ver!
Sen "OL" deyince olur, olmaz "OL" demezsen.
Canana can, cana canan , kalbe ferman ver!
Al işte ellerim , uzattım sana!
Ne olur, ne olur bırakma beni bana !
Sen bana yetersin , yetmem ben bana !
Allah'ım, ellerimi bırakma!

Allah'ım !
Bırakma bizi
Tut elimizi!
 Photobucket

PEYGAMBER EFENDİMİZİN VEFATI:


Hicretin onuncu yılında Rasülullah (s.a.),
yüz binden daha fazla müslümanla birlikte Medine'den hacc için hareket etti. Bu
hacc esnasında Arafat dağı yanında, İslâm'ın anayasası kabul edilen veciz ve
ölümsüz hutbesini iradetti. Bu hutbesinde, İslâm'ın temel ilke ve kaidelerini
beyan ederek, insanlar arasında fark gözetmeyen bir eşitlik ilan etti. Şöyle
diyordu:

"Ey nas! Biliniz ki Rabbiniz birdir,
babanız birdir. Hepiniz Adem'densiniz. Adem de topraktandır. Allah yanında en
üstününüz, O'ndan en çok korkanınızdır. Arab'ın, Arab olmayana üstünlüğü yoktur;
üstünlük ancak takva iledir."

Kur'ân-ı Kerim'in nüzûlü de Maide sûresinin
3. ayetindeki, "Bugün size, dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim." kavl'i şerifinin nazil olmasıyla
tamamlanmıştı.

Veda Hacc'ının üzerinden henüz üç ay
geçmemişti ki, Rasülullah (s.a.) ateşli bir hummaya yakalandı. Onun hastalığının
şiddetlendiğini gören Ensar, Mescidi Nebî'de toplanmışlardı. Fadl b. Abbas ve
Ali b. Ebi Talib, bu durumu Peygamber Efendimize ulaştırdılar. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz, Ali, Abbas ve Fadl'a dayanarak Ensarın huzuruna çıktı. Başı
sarılıydı. Minber'in alt basamağında oturdu, Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle
hitap etti; "Ey nas! Duydum ki, siz peygamberinizin ölmesinden korkuyormuşsunuz.
Allah'ın benden önce gönderdiği peygamberlerden ebedî yaşayan biri var mı ki,
ben sizin içinizde ebedî kalayım? Bilesiniz ki, elbette ben Rabbime kavuşacağım,
siz de bana ulaşacaksınız. Size, ilk muhacirlere hayırlı davranmanızı vasiyet
ederim. Bütün muhacirler de birbirlerine karşı hayırlı olsunlar. Allahu Teâlâ
şöyle buyurur; "Asra (yani peygamberlik çağına, yahut bütün zamana veya ikindi
namazına) andolsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak inanıp iyi işler yapanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka"
(onlar ziyandan kurtulmuşlardır.) Her iş, Allah'ın izniyle, iradesiyle cereyan
eder. Siz olacak şeylerin sırasını değiştiremezsiniz, Allahu Teâla sizden
birinizin acelesiyle, acele davranmaz. Allah'ın iznine, iradesine galebe etmeğe
çalışanlar, en sonu mağlub olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak
aldanırlar. Nitekim o, şöyle buyurur: "Demek iş başına gelecek olursanız,
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız."

"Ey nâs! Size Ensar halkına da hayırlı
olmanızı vasiyet ederim, çünkü onlar sizden önce iman yurdunu hazırlamışlardır.
Onlara iyi muamele ediniz. Onlar sizi kendi mahsullerine ortak etmediler mi?
Evlerini sizinle paylaşmadılar, sizi vaktiyle evlerinde ağırlamadılar mı?
Kendileri ihtiyaç içinde oldukları halde, her hususta sizi nefislerine tercih
etmediler mi? O halde (ey muhacirler!) sizden biriniz iki adam arasında hakemlik
yapmak görevine getirilirse Ensarın iyilik edenlerine teveccüh ve ikram etsin,
fenalık yapanların kusurlarından da vazgeçsin. Biliniz ki, kendinizi onlara
tercih edemezsiniz. Biliniz ki, ben size karşı çok merhametliyim, yine biliniz
ki, ben Rabbime kavuşacağım, sizler de bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer,
Kevser havuzunun kenarıdır. Benimle havuz kenarında buluşmak isteyenler
dillerini gerekli olan şeylerin dışındaki boş şeylerden çeksinler."

Rasülullah (s.a.), 13 Rebiülevvel h. 11 (8
Haziran 632) pazartesi günü ruhunu teslim etti. Risaleti tebliği etmiş,
kendisine verilen emaneti en mükemmel bir şekilde yerine getirmiş olarak ömrünün
63'ünde Rabbimizin rahmetine kavuştu.

Rasülullah'ın vefat haberi, müslümanlar
üzerinde müthiş bir tesir icra etti, öyle ki büyük bir şaşkınlığa düşerek
peygamberlerin de, diğer insanlar gibi öleceklerini bildiren ayetleri bile
unuttular. Kılıcını çekip dikilen Ömer b. Hattâb, Rasülullah'ın öldüğünü
söyleyenleri ölümle tehdit ediyor ve şöyle diyordu: "Münafıklardan bir adam,
Rasülullah'ın vefat ettiğini zannetmiştir. Hayır vallahi! O ölmedi, lakin
Musa'nın gittiği gibi, dönmek üzere Rabbine gitti. Vallahi Rasülullah dönecek ve
öldüğünü söyleyenlerin ellerini kesecektir."

Rasülullah'ın vefatını duyan Hz. Ebubekir,
Mescid'in önüne geldiğinde Ömer hâlâ, halka bir şeyler söylüyordu. O, bunlara
aldırmaksızın doğruca Rasülullah'ın bulunduğu odaya girdi. Üzerindeki örtüyü
kaldırarak şöyle dedi: "Babam ve anam yoluna feda olsun ya Rasülellah! Ölümünde
de, diriyken olduğu gibi ne kadar güzel ve temizsin. Senin ölümünle, hiçbir
peygamberin ölümüyle kesilmemiş olan peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve
şerefin o derece büyük, o kadar güzel vasıflara sahibsin ki, tanıtılmak ve
üzerine ağlanmaktan münezzehsin. Ya Rasülellah! Ölümünle insanlara teselli
oldun, zira nübüvvet özelliklerinle hususiyet kazanmış olmana rağmen ölüm sana
da yetişti. Ölümle o derece umumileştin ki, ölümlü olmakta hepimiz seninle eşit
olduk. Kendin tercih etmemiş olsaydın, ölümün nefislerimize çok zor gelirdi,
eğer bizi ağlamaktan menetmemiş olsaydın, senin için gözyaşları döker; hatta göz
pınarlarımızı kuruturduk. Ama, yine de göz yaşımızı tutmağa gücümüz yetmiyor.
Şiddetli üzüntü ve kederi üzerimizden atamıyoruz. Allah'ım bizden ona selâm
ulaştır. Ya Muhammed (s.a.)! Rabbinin katında bizi unutma, hatırında kalalım.
Sekinet ve rahatlık yaratılmamış olsaydı, korku ve üzüntü de yaratılmazdı.
Allahım, nebine bizden selâm ulaştır, onu aramızda muhafaza et!"

Hz. Ebubekir, daha sonra Rasülullah'ın
naşının başından ayrıldı, dışarı çıkarak halka hikmetli ve anlamlı hutbesini
irad etti. Bu hutbe müslümanların aklını başına getirdi ve düştükleri hatayı
hemen anladılar. Hz. Ebubekir şöyle hitap etmişti: "Şehadet ederim ki, Allah
birdir, O'ndan başka ilah yoktur, O'nun hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet
ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasülüdür. Yine şehadet ederim ki, Kitap (Kur'an)
nazil olduğu, din meşru kılındığı, Hadîs iradedildiği, söz söylendiği gibi
mahfuzdur. Allah, apaçık bir hakikattır," sonra da şöyle dedi: Ey nâs!
Muhammed'e kulluk eden var idiyse bilsin ki: Muhammed muhakkak ölmüştür; Allah'a
tapanlara gelince, şüphesiz Allah diridir, ebediyyen bâkidir." Devamla şu
manadaki ayetleri okudu:

"Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de
peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin
üzerinde

geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde
geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez. Allah, şükredenleri
mükafatlandıracaktır.” Ve devam etti: "Allahu Teâlâ işini, size vasiyet
etmiştir, onda ümitsizlik ve sabırsızlığa düşmeyiniz. Şüphesiz Allah, sizin
yanınızdaki ve kendi yanındaki şeyleri Nebisi için seçmiştir. Onu, yarlığamasına
çekip almış, Kitabını ve nebisinin sünnetini sizde bırakmıştır. Bu ikisine
sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Ey iman edenler! Allah
için hakkı ayakta tutan kimseler olunuz. Şeytan, Peygamberimizin ölümü sebebiyle
sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanı aciz bırakacağınız şeyde, ondan
acele davranınız. Size ulaşmasına fırsat vermeyiniz."

Malik b. Enes'in şöyle dediği rivayet
edilir: "Bana ulaştığına göre Rasülullah (s.a.), pazartesi günü vefat etmiş,
salı günü defnedilmiştir. Müslümanlar, cenaze namazını gurublar halinde, imamsız
olarak kılmışlardır." Sahabe-i Kiram, Rasülullah'ın nereye defnedileceği
hususunda ihtilafa düşmüşler, bazıları doğum yeri olan Mekke'ye, bazıları
ashabının yanına Cennetü'l-Baki' kabristanına bazıları da kendi mescidine
gömülmesini teklif etmişlerdi. Bu esnada söz alan Hz. Ebubekir, Peygamber
Efendimizin "Hiçbir peygamber, vefat ettiği yerin dışında bir mahalde
defnedilmemiştir." mealindeki hadisini rivayet ederek, bu ihtilâfın ortadan
kalkmasını sağladı.