18 Ağustos 2010 Çarşamba

Dünya Hasret Üzerine Kuruludur.






Dünya hasret üzerine kuruludur.

Bir hasretle öyle döner durur.

Sular hasretle akar, rüzgar hasretle eser, güneş hasretle doğar.

İnsan, bir hasretle, ama neye olduğunu bilmediği bir hasretle dolaşır durur.

Lakin kimi anlar vardır, ay ışığının aydınlattığı odalarda bir garip gönül kulluğunu anlar, hasretini çektiğiyle hasbi halleşir, zikreder, şükreder...

Suyun, rüzgarın , gecenin, sabahın, dünyanın o an hasreti diner. Zamanın hasreti sona erer. Çünkü, hasreti çekilen bir kulun gönlündedir.

Güneş, hep böyle bir gönüle doğmak ister.

Rüzgar , hep ondan yana eser.

Sular yönünü değiştirir, ona doğru akar.

Ve hayat pek çok parıltılı yerde söner, garip viranedeki yaralı gönüle doğar.

Zikreden, yeşil ağaç gibidir

Ebu Said r.a. bir gün Rasulullah s.a.v.'e sordu:

- Ya Rasulallah , kıyamet günü Allah katında en üstün dereceye hangi kullar erişir?

Efendimiz s.a.v. buyurdu:

- Allah'ı çokça zikredenler. Ebu Said r.a .:

- Ya Rasulallah , onlar Allah yolunda savaşan gaziden de mi üstün olacaklar?

- Evet ; bir gazi kılıcıyla kâfirlerin ve müşriklerin arasına dalsa, kılıcı kırılıp kendisi kana boyanıncaya kadar savaşsa, yine de Allah'ı çokça ananlar derece bakımından ondan üstündür.

Ve yine Efendimiz s.a.v. buyurdular:

“Gafiller arasında Allah'ı zikreden gönül, kuru çalılar arasındaki yeşil ağaç gibidir.”

Yeşil ağaçtır, yani diridir, hayattadır, meyve verir, besler.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz buyurdular:

- Dünyada yüksek derecelere sahip olanlar, cennete önde gidenler, ilk girenler oldu.

Ashaptan birisi sordu:

- Yüksek derecelere sahip olanlar kimlerdir ya Rasulallah ?

Efendimiz s.a.v. buyurdu ki:

- Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır.

“Allah'ın zikrine sarılın”

Bir gün Ebu Hureyre r.a. sokakta eğleşen insanlara şöyle seslendi:

- Burada böyle boşu boşuna ne duruyorsunuz? Mescide koşun, orada Rasul -i Ekrem'in mirası bölünüyor. Siz de hakkınızı alın.

Oradakiler hemen mescide koştular ve böyle bir mal taksiminin olmadığını görerek geri döndüler. Ebu Hureyre r.a.'ı bulup böyle bir taksimatın olmadığını söylediler. Ebu Hureyre r.a. sordu:

- Ya ne gördünüz, orada ne yapılıyordu?

- Kimisi Kur'an okuyor, kimisi zikrediyor.

Ebu Hureyre r.a. dedi ki:

- İşte Rasul -i Ekrem'in mirası bunlardır: Kur'an -ı Kerim ve zikir.

. . .

Hz. Ömer r.a. demiştir ki:

“İnsanlardan söz ederek nefislerinizi oyalamayın. Bu sizin için bir musibettir. Allah'ın zikrine sarılın.”

İbn -i Mesud r.a. ise zikri ve zikir arkadaşlığını şöyle teşvik etmiştir:

“Allah'ı çokça zikredin. Allah'ı anma konusunda yardımcı olacak kimselerden gayrısının arkadaşlığını, dostluğunu kaybetmeniz sizin için zarar değildir.”

. . .

Habib bin Ubeydullah r.a ., Ebu'd - Derda r.a. ile birlikteydi. Birisi gelerek Ebu'd - Derda r.a.'a şöyle dedi:

- Hadi bana öğüt ver!

Ebu'd - Derda r.a. dedi ki:

- Sevinçli , huzurlu anlarında Allah'ı zikret ki, O da seni sıkıntıya düştüğünde ansın.

Dünyada cennet bahçeleri

Efendimiz s.a.v. bir gün dolaşırken ashaptan birkaç kişiye rastladı ve onlara şöyle dedi:

- Cennet bahçelerine rastladığınızda orada oturun, oradaki nimetlerden faydalanın.

Dediler ki:

- Ya Rasulallah , cennet bahçeleri nedir?

Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:

- Zikir halkaları cennet bahçeleridir. Allah'ın meleklerden oluşan birlikleri vardır. Onlar yeryüzündeki zikir meclislerine konar, oralarda otururlar. O halde meleklerle donatılmış bu cennet bahçelerine siz de dahil olun.

. . .

Yine ashaptan bir topluluğa hitaben Rasulullah s.a.v. şöyle dedi:

- Allah kıyamet günü birtakım insanları yüzleri nurlu olarak inciden minberler üzerinde diriltecek, halk onlara imrenecek. Halbuki bu kimseler ne peygamber ne de şehittirler.

Ashaptan birisi sordu:

- Ya Rasulallah , peki onların özellikleri nedir? Vasıflarını söyle ki kendilerini tanıyalım.

Rasulullah s.a.v. buyurdu:

- Onlar değişik kabilelerden, muhtelif beldelerden oldukları halde birbirlerini Allah için seven ve Allah'ı anmak üzere bir araya gelen kimselerdir.

Nerede, kimlerleyiz?

Bir çakıl taşı altın madeninde bulunmakla altına dönmez. Yine taştır, yalnızca bir çakıl taşı. Oysa insan...

Rasulullah s.a.v. Ebu Salih r.a. ile bulundukları bir gün buyurdular:

“Yeryüzünde seyahat eden bazı melekler vardır. Bunlar zikir meclislerine uğradıklarında diğer arkadaşlarını çağırır, ‘Gelin, aradığınız buradadır' der ve zikredenleri göklere kadar kuşatır, tavaf ederler. Allahu Tealâ , ‘Kullarımı nasıl gördünüz' diye sorar. Melekler, ‘Onları seni zikreder, seni tesbih ederken gördük' derler. Allahu Tealâ , ‘Şahit olun, ben onları mağfiret ettim' der. Melekler, ‘Fakat onların arasında zikir için değil de başka bir ihtiyacından dolayı bulunan birisi var' derler. Allahu Tealâ , ‘Onlar öyle insanlardır ve öyle topluluktur ki, onlarla birlikte olanlar da fena insanlar değildir. O insanları da zikir meclisinin hatırına affettim' buyurur.”

Zikreden bir insan altından kıymetlidir, yanındaki çakıl taşını kendi cevherine döndürür.

. . .

Hz. Muaviye r.a. mescitte halka olup oturan bir cemaate rastladı ve onlara sordu:

- Ne sebeple halka olup oturdunuz?

- Allah'ı zikretmek üzere oturduk, dediler.

- Allah için söyleyin, sadece bu yüzden mi halka olup oturdunuz?

- Evet , vallahi bundan başka bir sebepten dolayı oturmuyoruz.

Bunun üzerine Muaviye r.a. dedi ki:

- Ben sizi başka bir şeyle itham ettiğim için yemin ettirmedim. Şu sebeple ki, Rasul -i Ekrem bir gün böyle bir cemaate rastlamış ve bu şekilde kendilerine ne yaptıklarını iki kez tekrarlattıktan sonra şöyle demiştir: “Muhakkak ki ben sizi itham ettiğim için yemin ettirmedim. Sizi, yaptığınız bu güzel amele bir kez daha şahitlik ettirmek istedim. Zira Cebrail a.s. bana gelip yüce Allah'ın sizinle meleklere iftihar ettiğini haber verdi.”

Sadece O biliyor

Ağzımızdan çıkan sözlerdir ki, bizi hem vezir hem rezil eder.

Söz vardır dağlar aştırır, söz vardır düz yolda ayağımızı kaydırır.

Rasulullah s.a.v. bir gün ashabından birkaç kişiye sordu:

- İçinizde her gün Uhud Dağı büyüklüğünde amel yapabilecek bir kimse var mıdır?

Ashab -ı Kiram sordular:

- Ya Rasulallah , buna kim güç yetirebilir? Efendimiz s.a.v .:

- Buna hepinizin gücü yeter, buyurdu. Sahabiler :

- Ya Rasulallah , o amel nedir? diye sorunca, Efendimiz s.a.v. buyurdu ki:

- ‘ Sübhanallah ' Uhud Dağı'ndan büyüktür. ‘Elhamdülillah' Uhud Dağı'ndan büyüktür. ‘ Allahu Ekber ' Uhud Dağı'ndan büyüktür.

. . .

Hz. Aişe r.a.'a “ Rasul -i Ekrem'den bize bir şeyler anlat” dediklerinde, Aişe r.a. şunları söyledi:

- O , namazdan önce misvak kullanılarak kılınan namazı, misvak kullanılmadan kılınan namazdan yetmiş kat üstün tutardı.* “Başkalarının duymadığı hafî (sessiz) zikir, sesli zikirden yetmiş kat üstündür” buyurur bunu şöyle anlatırlardı: “Kıyamet günü Allah, mahlukatı hesaba çekmek üzere bir araya topladığında, Hafaza Melekleri kulun yaptıklarından yazdıkları şeyleri getirirler. Allah onlara: ‘Bakın bakalım o kimsenin başka bir hayrı kalmış mı?' diye sorar. Melekler, ‘Ey Rabbimiz, bizim bildiklerimizden ve zaptettiklerimizden hiçbir şey bırakmadık, hepsini sayıp yazdık, getirdik' derler. Bunun üzerine Cenab -ı Hak sorguya çekilen kuluna şöyle der: ‘Benim katımda senin için saklı bir şey var. Sen onu bilmezsin, meleklerim de bilmezler. Ben seni onunla mükafatlandıracağım . O amel senin gizli zikrindir'”

Her an, her durumda

Kur'an -ı Kerim'de “Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üstüne yatarken Allah'ı zikreder.” ( Âl -i İmran, 191) ve: “Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin ve onu sabah akşam tesbih edin.” ( Ahzap , 41-42 ) buyuruldu .

Yani zikir diğer ibadetler gibi zamana, mekâna ve hale bağlı değil. Her an, her durumda Rabbimiz'i zikretmemiz emrolunuyor . Efendimiz s.a.v. de cennet ehlinin yalnızca dünyada zikirsiz geçen anlarına üzüleceğini söyleyerek, zikirsiz anları hasret anları olarak nitelendiriyor.

İbn -i Mesud r.a. anlatıyor, Allah Rasulü s.a.v. akşama erişince: “Bizler akşama vardık. Mülk O'nundur, hamd O'na mahsustur. O her şeye gücü yetendir. Rabbim! Bu gecede ve bu geceden sonraki gecelerde vuku bulacak hadiselerin en hayırlısını senden niyaz ederim. Bu gecede ve bundan sonraki gecelerde vuku bulacak hadiselerin şerrinden de sana sığınırım.” derdi.

Rasulullah s.a.v. sabaha ulaşınca da, “Bizler sabaha ulaştık. Bütünüyle Allah için olan mülk de sabaha ulaştı.” der ve Allah'a sığınarak gece ve sabahta onu zikrederdi.

İbn -i Abbas r.a. ise Rasulullah s.a.v.'in şu sözünü bize nakleder: “Şu iki göze asla cehennem ateşi değmez: Gecenin ortasında Allah korkusundan ağlayan göz, Allah yolunda geceyi nöbet tutarak uykusuz geçiren göz.”

Dünyayı tutan ne?

Sabit el-Bünanî r.a. bir gün şöyle dedi:

- Ben, Rabbimin beni ne zaman zikrettiğini çok iyi biliyorum.

Bu sözü duyanlar irkilerek sordular:

- Bunu nasıl bilebilirsin?

Sabit el- Bünani r.a. şu cevabı verdi:

- Ben onu zikrettiğim zaman, o da beni zikrediyor.

. . .

Dünya hasret üzerine kuruludur.

Rabbimiz'e duyduğumuz hasret üzerine...

Dünyayı ayakta tutan da, hasretlik çekenlerin sevgisidir.

Çünkü sevgi ve hasret birbirine her şeyden ziyade yakışır.

Seven, her an sevdiğiyle beraber olmanın hasretiyle kavrulur. Seven her yerde, her insanda, her nesnede sevdiğini görür. Seven, her anını sevdiğini anarak doldurur.

Zikir, O'nun yolunda en değerli, en kolay adım oldu.

Neden hem en kolay, hem en değerli oldu?

Çünkü zikir dünyayı ayakta tutan sevgi üzerine kuruldu.

* Hanefî mezhebinde bir yerin kanaması abdesti bozar. Diş etinde kanamaya sebep olması ihtimalinden dolayı Hanefîler misvakı namaza başlarken değil, abdestten önce kullanırlar.