23 Nisan 2011 Cumartesi

Sevebilmek



Sevmek, tek taraflı bir duygudur. Yani, seven o sevginin eksi ve artı değerleri içerisinde bir dünyada yaşayabilir. Fakat sevilen çok kere bu sevgiden habersizdir veya sevginin değerini ölçemez. Ben kati olarak inanıyorum ki, Kays isimli Mecnun, Leyla;nın kendisini sevdiğini bilemiyordu, bilemezdi de. Çünkü Mecnun;un elinde Leyla;nın sevgisini ölçecek bir şey yok. Hatta Leyla beni seviyormuş diye dudak büker. Böylece Mecnunun aşkı Mecnun;da kalır. 

Bana göre gerçek manada sevmek veya aşk, Allahı sevmektir. Allahı sevenleri sevmektir, Allahın sevdiklerini sevmektir. Böylece aşkımız bütün boyutlarıyla ortaya çıkar. 

Her sevgi insanı mutlaka harekete geçirir. Bu hareket sevgimizin ışığı altında olmalıdır. Yani, hareketimiz sevgimize muhalif düşmemelidir. Allahı sevebilmenin, her mümine nasip olmadığını defalarca gördüm. Allahı seviyorum demek kolaydır. Hatta bu sevgiyi ileriye götürüp Allaha kurban olayım diyene de çok şahit oldum. O insanlar Allah için günahlarını teker teker terk edemiyorsa, günahları terk etmenin organik rahatsızlığıyla kıvranmıyorsa, sevgilisi için yanmıyor demektir. 

Mesela; şehevi duyguların bedenimizi istila ettiği bir zamanda bu yolda karşımıza çıkan fırsatı Allah aşkı için kullanmayıp kıvranarak, yanarak helal dahilinde kalmak, Allah aşkının açık bir ispatıdır. 

Kalp doyar, ruh sakinleşir. Senin için Rabbim diyerek büyük günahlardan çekilmek Allah aşkının en açık alametidir. Burada seven, sevgilisine itaat ederek aşkını ispatlamıştır. Sevgi tamamen manevidir, ruha aittir. Sevginin alametini organlarda görsek de, organlar ruh kadar sağlam bir esasa dayanmaz. Organlar mevsimden mevsime girerken, aşk en soğuk günlerde bile insanı yakar. Her duygu gibi aşkı da yönlendirmek insanın beynine düşer. Beyin kendi aşkını kendi idare etmezse o insan Mecnun olur. Âşık bir renk gibi diğer renge karışıp, yepyeni bir dekor ortaya koymak ister. Aşkın dereceleri vardır. Aşk öğrenilmez, yaşanır. 

Allah sevgisini anladığım gün Ya Rab beni affet diye yalvardım. dedim ki Allahım sana layık bir kul olamamışım, beni affet! O anda kazasını kılacağım namazlar, ruhumda yara gibi sızladı. Çünkü bu aşkın sahibi namazını kazaya bırakamaz. Namaza hayatta gerçek manasını verir. Namaz kılanı gören birisi, bu şahıs şuurlu Müslüman diyebilmeli. Ruh; bedenin, hayatın mimarı olmalı. Ruh doğrudan doğruya Allahın hayat sıfatıyla irtibatlanabilir. İşte gerçek vuslat budur. 

Bu makalede yazdığım gibi bir Müslüman olmak isterdim. Ruhumu tamamen Allahın emrine vermek isterdim. Bedenim taş kesilse de Ona itaatle meşgul olmalıydı. Gözyaşlarım gizli gizli Onun sevdasıyla akmalıydı. Görenler ne derse desin ben Ona âşık olmalıydım. Aşk ağaçtaki hayattır. Aşk yıldızlardaki harekettir. Aşk kainattaki harekettir. 

Allahım, seni sevdiğim için her günah beni divane etti. Mutlaka sana itaat etmeliyim, itaatimden zevk almalıyım. Her ibadetim vuslat olmalı, sevgiliye kavuşmanın neşesini tatmalıyım. 

Hangi sevgi Allahın sevgisinin yanında ben de varım diyebilir? Hangi sevgi Allahın sevgisine sırtını dönebilir? 

Herhalde bir dertli sizlere bu kadar mırıldanabilir. Keşke gelip her birinizin elini tek tek öpüp, gözyaşlarımı ellerinize bıraksaydım, belki aşkımdan bir sır sizin aynanıza düşerdi... 

HEKİMOĞLU İSMAİL

18 Nisan 2011 Pazartesi

Gel Ey Muhammed






Gel, ey Muhammed, bahardır…

Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi’raç’tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed.

Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!

Alem bugün üç yüz elli milyon

Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.

Allah için, ey Nebiyy-i ma’sum,

İslam’ı bırakma böyle bîkes,
Ümmeti bırakma böyle mazlum.
alıntı

10 Nisan 2011 Pazar

Salatul Fatih










Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina muhammedinil fatihı lima uğlika vel hatimi li ma sebeka ven nasırıl hakkı bil hakkı vel hadi ila sıratıkel müstekıymi sallellahü aleyhi ve ala alihi ve ashabihi hakka kadrihi ve mikdarihil aziym*


MANASI: Allahim Kapaliklari açan,geçmise son veren,hakka hakikatla destek olan,mahlukati senin dogru yoluna ileten Efendimiz Muhammed ve o nun aline ve ashabina O “nun yüce kadrü kiymetince salat eyle,selam eyle ve O”nu mübarek kil.


FAZILETI VE SIRLARI:


120,000 salavati serife güçünde oldugu mana aleminde peygamberimiz .tarafindan bildirilmistir.
Kutbüz zaman Mehmet Bekri hazretleri diyorki.:
Bir kimse ömründe bu salavat-i serifeyi bir defa okur da CEHENNEME DAHIL OLURSA huzur-/u ilahi de benim yakamdan tutsun.
Kutbül Aktab Ahmet Ticani hazretleri yakaza halinde bu salavatin faziletini Hazreti resulüllah a sorar.Cevaben ;
Bir kimse salavat –i fatihi bir defa okursa,zamanin basindan salavat getirenin okudugu zamana kadar ins ü cinin ve meleklerin getirdigi salavata denk sevap kazanir.Günahlari da bagislanir.buyurmuslardir.

Hikmeti;
1- Bu salavat-i serife, okuyani cehennem atesinden korur.
2- Kirk gün okuyanintevbesi kabul edilir.günahlari bagislanir.

3- Cuma gecesi bin defa okuyan ,efendimiz. ile görüsür.
4- Her gün 100 defa okumayi vird edinenin kalp gözü açilir.
5- Bir defe okuyan insin ,cinin ,meleklerin okumus oldugu bütün zikir,tesbih ve dualari okumus gibi ecre nail olur.bütün savaslara katilmis mücahidinin faziletini ihraz eder
6- Kisinin maksadina ulasmasi için bir iksirdir.
7- Bu salavat-i serife öyle bir hazinedir ki, ecir ve mükafatini, esrarini yerde ve göklerde bulunanlar yazmak isteseler yazamazlardi. 

__________________

7 Nisan 2011 Perşembe

İMAN VE SEVGİ-6


iman ve sevgi


  Ben ona dedim ki: Eğer Hz. Ali senin dediğin bir haleti canlandırsaydı, sözünün başlangıcında “Eğer konuşmama izin verirsen” demezdi. Ben zannediyorum Hz. Ali (a.s) Allah'ın huzurunda bu cümleleri söylerken kendisini, aynen annesinin şefkat sevgi ve merhametinden başka bir şey tanımayan, ondan başka bir sığınağı olmayan çocuğun haletinde hissetmektedir. O çocuk bir tehlikeyle karşılaşsa veya çetin bir durumda kalsa annesine sığınır, ondan yardım ister, her hangi bir suç işleyip, annesinin cezasından koruyacak bir sığınak aradığında da annesinden başka bir sığınak bulamaz; bir yabancıdan her hangi bir eziyet geldiğinde annesine sığındığı gibi kabahati yüzünden annesinden korktuğu zaman yine annesine sığınır.
Bu duada da Hz. Ali, (Allah'ın selamı ona olsun) büyük kalp ve geniş kavrayış ufkuyla yalnızca Allah-u Teala'ya sığınmanın gerektiğini ve O’ndan gayrı bir sığınak ve yardımcı aramanın yanlış olduğunu ifade etmektedir.
Hz. Ali'nin (a.s) tanıdığı tek sığınak Allah-u Teala'dır, O'ndan gayri bir sığınak tanımamaktadır. Bunun için de Allah-u Teala tarafından bir azap onu kapsadığını hissettiğinde de (Biz burada Hz. Emir-ül Müminin'in kendi sözlerini kinaye ediyoruz. O Hazretin kendisi bu sözleri söylemeseydi, biz onunla Allah-u Teala arasındaki irtibat konusunda böyle konuşmağa cüret edemezdik.) bir an bile Allah-u Teala'ya sığınmakta tereddüde düşmüyor ve O'na sığınarak kurtuluşu için O'ndan yardım diliyor.
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) münacat ederken, bu hali şöyle dile getiriyor: "Ey Allah'ım, eğer beni kapından kovsan kime sığınayım? Eğer beni dergahından uzaklaştırsan kimden yardım dileyeyim? Ey Allah'ım, firar eden köle mevlasından gayri kime dönebilir? Mevlasının gazabından onu mevlasından başka kim kurtarabilir?" (Bihar-ül Envar, c.94, s.142)
Yine imam Zeyn-ül Abidin (a.s) Ebu Hamza-i Sümali'ye öğrettiği duada şöyle diyor: "Ey efendim! Ben senin fazlına sığınıyorum ve senden sana kaçıyorum" (Bihar-ül Envar, c.98, s.84)
İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) aynı duanın devamında da şöyle diyor: "Kul mevlasından ve yaratık da yaratanından başka kimin kapısına gidebilir?" (Bihar-ül Envar, c.98, s.88)
Allah'ın korkusundan yine Allah'ın kendisine sığınmak, kul ile Allah arasında bulunan irtibat konusunda en ince ve derin fikirlerin ifadesidir; bu sığınma Allah ile kul arasındaki sevgi ve ümidin en ince ve en doğru sembollerindendir.
Hz. Ali (a.s) bu güzel dua tablosunu işlerken bir şair ve ya bir ressam gibi hayal gücünden yardım almamaktadır. Allah-u Teala huzurunda duygu ve hislerini tam bir sadakatle dile getirmektedir.
Bu yüzden de bu tabloyu (kulun Rabbinden yardım dileme tablosunu) çizdikten sonra Allah'ın, kulunun yardımına koşmasını açıklamaya koyuluyor.
Açıktır ki, mü'min kulların tanıdığı sonsuz fazl ve rahmete sahip Allah-u Teala'nın böyle doğru, saf ve temiz duyguyu görmezlikten gelmesi, kulunun sevgi ve ümidini kırması onun sevgisini reddetmesi ve ümidini boşa çıkarması mümkün değildir.

İMAN VE SEVGİ-5


iman ve sevgi



Sevgilerin en halisi, en doğrusu, en temizi olan ilahi aşk, bir kulun kalbinde yerleşirse, mevlası onu bahşişinden mahrum bıraksa ve kulları arasında ayıplarını açarak onu zincirlere bağlayıp, bütün halk içerisinden yalnızca onu rezil rüsva etse de, yine ilahi sevgi onun kalbinden çıkmaz ve zayıflamaz.
Kumeyl duasında yer alan aşağıdaki cümlelerde Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) ilahi aşk ve ümidin özelliklerinden bir kısmını açıklamıştır: “İzzetin hakkına ey Seyyidim ve ey Mevlam, gerçekten yemin ediyorum ki eğer (cehenneme atıldıktan sonra bile) konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasında ümitliler gibi sürekli dergâhına yönelip inlerim; medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım ve "Nerdesin ey mümünlerin velisi!" diyerek seni çağırırım. Ey ariflerin en yüce arzusu! Ey medet dileyenlerin imdadına koşan, ey sadık kalplerin dostu! Ve ey alemlerin ilahı! (Neredesin?) Ey mabudum! Sen kötülüklerden münezzehsin ve ben sana hamt ediyorum. Olacak şey mi, sana karşı gelmesi yüzünden cehenneme atılan ve günahından ötürü cehennemin azabını tadan ve onun alevleri arasında işlediği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen müslüman bir kulun sesini duyasın da affetmeyesin, oysa o kul rahmetine göz diken biri gibi yalvarmakta ve vahdaniyetine inanan tevhit ehlinin diliyle seni çağırmakta ve rububiyet makamını vasıta ederek sana el açmakta. Ey mevlam! O (kulun) senin önceden ona ettiğin merhametini umduğu halde, nasıl azapta kalır? Ve senin ihsan ve rahmetini ümit ettiği halde, ateş onu nasıl yakabilir? Sen onun zaaf ve güçsüzlüğünü bildiğin halde, cehennem ateşi onu nasıl kuşatabilir? Yine sen onun sadakat ve doğruluğunu bildiğin halde, cehennemin tabakaları arasında nasıl kıvranıp kalır? O, seni "ey Rabbim" diye çağırırken cehennemin azap melekleri nasıl ona eziyet edebilir? Cehennemden kurtulmak için senin ihsan ve keremini dilediği halde onu nasıl orada bırakırsın? Hayır, sana olan zan böyle değil ve senin ihsanın böyle tanınmış değil. Muvahhit insanlara yaptığın ihsan ve iyiliklere de benzemiyor bunlar. Ben yakinen biliyorum ki, eğer seni inkar edenlere azap vereceğini hükmetmeseydin ve sana düşmanlık edenleri ebedi azaba duçar etmeyi kararlaştırmasaydın, ateşi tamamıyla soğuk ve esen kılardın ve hiç kimse orda yer almazdı." (Mefatih-ül Cinan Dua-i Kumeyl)
Alimlerden biri şöyle diyordu: Kahramanlık ve şecaat hasleti Hz. Ali'nin (a.s) ruhuna kök salmış bir haslettir; hatta dua ederken bile bu ondan ayrılmıyor. Kumeyl ibn-i Ziyad'a öğrettiği duada suçlu bir kulu farz ediyor ki, ateş onu her taraftan sarmış, o ise ateş içerisinde susmuyor, azaba teslim olmuyor ve cehennemde Hak Tealayı çağırıyor. Görmüyor musun kulun bu halini şu cümleleriyle nasıl canlandırıyor?: "İzzetin hakkına ey seyyidim ve mevlam, sadakatle yemin ediyorum ki: Eğer konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasındaki ümitliler gibi sürekli dergahına yönelip inlerim; medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim; ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım ve neredesin ey müminlerin velisi diyerek seni çağırırım".

İMAN VE SEVGİ-4


iman ve sevgi



Hz. İmam Sadık'dan (a.s) gelen bir duada şu cümleler yer almaktadır: "Ey Efendim! Benim sana öyle bir muhabbetim vardır ki, asla doymak ve kanmak nedir bilmiyorum. Ne de çok sevgim var O'na ki, O beni görmektedir ama ben O'nu göremiyorum."
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) da şu ibaretlerle dua ediyor: "Ey Rabbim! Susamışlığımı sana varmaktan başka bir şey gideremez ve sevgimin alevini sana kavuşmaktan başka bir şey söndüremez ve özlemimi, sana bakmaktan başka bir şey sakinleştirmez." (Bihar-ül Envar c.94, s.149)
Şaşkınlık ve hayranlık da Allah'a olan sevgiden kaynaklanır. "Eminulllah" ziyaretinde şu tabirin yer aldığını görüyoruz: "Ey Allah'ım! Sana huşu ederek itaat edenlerin kalpleri sana hayrandır." (Mefatih-ül Cinan Ebu Hamza-i Sümali'nin Seher Duası).
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin, (a.s) bir duasında şöyle münacat ediyor:
"İlahi! Şaşkın kalpler senin aşkınla yanıp tutuşmaktadır. Bu kalpler ancak senin zikrinle güven bulur ve bu nefisler ancak seni gördüklerinde sükunete kavuşur." (Bihar-ül Envar, c.94, s.151)
İşte bu aşk, Allah’a hayran olan kalplerin özelliğidir.
İlahi aşkın en mükemmel ve en güzel örneğini Kumeyl duası diye meşhur olan Hz. Emir-ül Müminin Ali'nin (a.s) Kumeyl ibn-i Ziyad-i Nehaî’ye öğrettiği duadaki sözlerinde görmekteyiz. Şu ibaretlere dikkat ediniz:
"Ey Allah'ım! ey Efendim! ey Mevlam! Farzet ki cehennemde Senin azabına sabretsem, senin ayrılığını nasıl tahammül ederim. Farz et ki senin ateşinin sıcaklığına (yakmasına) tahammül etsem, senin kerametine nazar etmekten mahrum kalmaya nasıl sabrederim? Senin bağışına ümidim varken, ateşine nasıl gireyim?" (Mefatih-ül Cinan, Kumeyl duası)
İşte bu tabirler, sevginin en güzelini dile getirmektedir. Bir kul mevlasının azabına sabretse de, ondan uzak ve ayrı kalmaya sabredemez.
Zira mevlasını seven kul, mevlasının cezalandırmasına tahammül edebilir, ama onun rahmetinden ayrı düşmeye ve onun ayrılığına sabredemez. Şiddetli cezalardan olan ateşe tahammül eder, ama mevlasının ayrılık ve uzaklığına tahammül edemez. Böyle bir kul cehennem ateşi içinde nasıl kalabilir? Oysa o, Mevlasının ona rahmedip onu oradan kurtarmasını ümit etmektedir!
O, Cehennem ateşinde yansa da, kalbindeki muhabbet sönmez ve sevgi ve ümidini dile getirmeye çalışır.
Mevlasının nimet ve ihsanına dalmış bir kulun, mevlasını sevmesi elbette gerekli olduğu gibi normaldir de; fakat mevlasının azabına duçar olduğu halde yine de kalbinde ona karşı sevgi ve muhabbet beslemesi, eşine rastlanmayan türden bir muhabbettir.
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) Ebu Hamza-i Sümali'ye öğrettiği Seher Duası'nda şöyle diyor: "Allah'ım! And olsun senin izzetine, beni kovsan da kapından ayrılmam ve sana yalvarmaktan vazgeçmem. Zira ki, senin kerem ve rahmetinin genişliğine dair marifet, kalbime yerleşmiştir. Kul, başka kimin kapısına gider? Yaratık Yaratanın'dan başka kime sığınabilir? Ey Allah'ım! Eğer beni zincirlerle bağlasan ve halk arasında sadece beni bahşişinden mahrum bıraksan, benim ayıplarımı kullarının gözü önüne sersen, ateşe doğru götürülmeme emretsen ve beni iyi kulların arasından ayırsan, yine de ümidimi senden kesmem, affına olan arzumdan vazgeçmem ve senin sevgin ve aşkın kalbimden zail olmaz." (Mefatih-ül Cinan, Ebu Hamza-i Sümali'nin Seher Duası.)

İMAN VE SEVGİ-3


iman ve sevgi







Bazen insanın ameli kusurlu olur ve insan Allah'a olan itaatlerine güvenmeyebilir. Fakat Allah aşkı kalplerinde yerleşenlerin, Allah'a kesin inanç ve yakinlerinde ve Allah'a olan sevgi ve itaatlerindeki azimlerinde, hiç bir tereddüt meydana gelmez ve kalbinde Allah sevgisini hisseden bir kul, artık bunda şüpheye düşmez. Hatta bazen böyle bir kul, bir itaat konusunda kusurlu davranır ve Allah'ın sevmediği bir ameli de yapabilir, ama itaat konusunda kusurlu olup günaha düşen bu kulun Allah'a itaat etmekten hoşlanmayıp isyan etmeği sevmesi mümkün değildir. Zira bazen insanın organları günahlara meyleder ve netice de şeytan, heva ve heves, onları günaha da sürükleyebilir. Bazen de insanın organları Allah'a itaat etmekte kusurlu davranabilir. Ama Allah'ın salih kulları itaatte kusur etse ve günaha düşseler de onların itaati sevmeyip günahı  sevmeleri mümkün değildir.
Bir duada şu tabirler yer almıştır: "İlahi! İtaatinde kusur yapmış olsam da yine itaatini seviyorum, günaha duçar olsam da onu sevmiyorum. O halde kendi fazlın ile cennetini bana nasip eyle." (Bihar-ül Envar c.94, s.101)
Kalp ile organlar arasındaki fark işte burada ortaya çıkıyor. Zira organlar bazen kalbin ulaştığı aşamaya ulaşmaktan aciz kalırlar; ama kalp, tek başına tam manasıyla ilahî aşkın emrinde kalmaya çalışır. Fakat şu da bilinmelidir ki, kalp, halis olup temizlenince organlar, ona itaat edip boyun eğmek ve kalbin onlardan istediği şeyleri kabul etmek zorunda kalırlar. Böylece de kalbin halis olması sonucu kalp ile organlar arasındaki bu ayrılık yok olup gider.
SEVGİ İNSANI AZAPTAN KORUR
Eğer günahlar insanı Allah'ın gözünden düşürür ve İlahi azaba uğramasına sebep olursa, ilahi aşk insanı Allah'ın azabından korur.
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) bir duasında şöyle münacatta bulunuyor:
"İlahi! Günahlarım beni korkutuyor, sana olan sevgim ise bana ümit veriyor." (Bihar-ül Envar, c.94, s.99)
SEVGİNİN DERECELERİ VE AŞAMALARI
İnsanların kalplerinde zuhur eden sevginin bir takım derece ve aşamaları vardır.
Bazı sevgiler vardır ki, sahibinin bile hissetmeyeceği kadar yüzeysel ve zayıftır.
Bazı sevgiler de vardır ki, kulun kalbini tamamıyla doldurmakta ve insanları Allah zikrinden alıkoyan şeyler için boş bir yer bırakmamaktadır.
Bir kısım sevgiler de vardır ki, bir kulun kalbine yerleşti mi kul, Allah'ın zikrinden ve O'nun huzurunda olup O'na münacat etmekten doymaz ve her ne kadar çok uzun sürse bile, Allah'ı zikretmekten, dua etmekten ve O'nun yolunda namaz ve diğer hayır amelleri yapmaktan asla usanmaz ve kalbinin ateşi sönmez.

İMAN VE SEVGİ-2


iman ve sevgi





İnsanlar çeşitli grup ve mezheplere bölünüp değişik yollara gidiyorlarsa, bu onların Allah sevgisinin tadından mahrum kaldıkları içindir. Ama Allah sevgisinin lezzetini tadan kimseler, artık hayatlarında ondan başka bir şey aramazlar.
Hz. İmam Hüseyn (a.s) Arafat çölünde okuduğu Arefe duasında şöyle diyor:
"Allah'ım! Seni kaybeden ne bulmuş ve seni bulan ne kaybetmiş?" (Bihar-ül Envar, c.98, s.226)
İşte bunun içindir ki, Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) Allah sevgisinden doğan lezzetten başka her türlü lezzetten, Allah'ın zikrinden başka her türlü meşguliyetten ve Allah'a yakın olmak sevincinden başka her türlü sevinçten dolayı, Allah'tan af dilemektedir. Bu af dilemek, Allah-u Teala'nın bunları kullarına haram kıldığından dolayı değildir. Hayır, sadece şunun içindir ki, kalbi bu tür meşguliyetlerle meşgul etmek kısa bir süre için bile olsa, kalbin Allah'tan gayrisine yönelmesine sebep olur. Allah'ın sevgisinin lezzetini tadan ve tanıyan bir kalp ise Allah'tan gayrisine yönelmek istemez.
Evliyaullah'ın (Allah'ın velilerinin) hayatında olan her şey ve her türlü çaba ancak Allah sevgisi, Allah'ın zikri ve Allah'ın itaati doğrultusundadır. Bunun dışında her şey, Allah'tan gayrisine yönelmektir ve Allah'ın velisi ondan dolayı Allah'tan bağış diler. Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) şu şekilde dua ediyor:
"Allah'ım! zikrinden gayri her türlü lezzetten, ünsünden başka her türlü rahatlıktan, yakınlığın dışında her türlü sevinçten ve itaatinden başka her türlü meşguliyetten dolayı senden af dilerim." (Bihar-ül Envar, c.94, s.151)
SEVGİ, AMELİN EKSİKLİĞİNİ TELAFİ EDER
Sevgi amelden ayrılmaz. Sevenin sevgisinin delil ve belirtisi, onun amel, hareket ve çabasıdır. Fakat sevgi amelin eksikliğini telafi eder ve amel sahibinin ameli eksik olduğunda, ona şefaatte bulunur (yardımcı olur). Zira sevgi, Allah katında şefaati kabul olunan bir şefaatçıdir.
En güzel dualardan biri, Ebu Hamza-i Sümalî'nin Hz. İmam Zeyn-ül Abidin'den (a.s) naklettiği Seher duasıdır . İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) o duada Allah'la şöyle münacat ediyor: "Ey Mevlam! Sana olan marifetim, Sana ulaştıran rehberimdir.; sana olan sevgim, senin yanında şefaatçimdir. Fakat ben, kendi delilimden (kılavuzluğumdan) daha çok, senin kılavuzluğuna ve şefaatçimden daha, çok senin şefaatine güvenim vardır." (Bihar-ül Envar, c.98, s.82)
Marifet ve sevgi ne de güzel delil (kılavuz) ve şefaatçidir. Kulun Allah'a yönelmek için kılavuzu «marifet» olursa yolundan sapmaz; ve Allah nezdinde şefaatçisi "sevgi" olursa amacına varmaktan geri kalmaz.
Yine Hz. İmam zeyn-ül Abidin (a.s) şöyle dua ediyor: "İlahî sen biliyorsun ki, sana olan itaatim kesintisiz ve sürekli olmamışsa da, sana sevgim ve itaatine olan azmim sabit ve sürekli olmuştur."

İman ve Sevgi-1




Hadislerde şöyle nakledilmiştir: "İman sevgiden ibarettir."
Hz. İmam Bâkır (a.s) da: "İman, sevgi ve buğzdan ibarettir." diye buyurmuştur. (Bihar-ül Envar, c.78, s.175)
Fuzeyl İbn-i Yesar, kendisinden nakledilen bir rivayette şöyle diyor: "Ben Hz. İmam Sadık'a: Sevgi ve buğz imandan mıdır? diye sorduğumda şöyle buyurdular: "İman, sevgi ve buğzdan başka bir şey midir?!" (Usul-i Kafi, c.2, s. 125)
Hz. İmam Sadık (a.s): "Din sevgiden başka bir şey midir? Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun da Allah sizi sevsin." diye buyurmuştur.” (Bihar-ül Envar, c.69, s.237)
Hz. İmam Muhammed Bâkır (a.s) da şöyle buyurmuşlardır: "Din sevgiden ibarettir, sevgi de dinden ibarettir." (Nur-üs Sakaleyn, c.5, s.285)
SEVGİNİN TADI
İbadet; aşk, sevgi ve özlemle olursa, hiç bir lezzet ve tat ondan daha üstün olamaz.
İlahi sevgi ve zikrin lezzetini tadanların en parlak siması İmam Zeyn-ül Abdin (a.s) Allah'a yalvarıp yakarırken şöyle diyor: "Senin sevginin tadı ne de güzledir; ve sana yakın olmanın şerbeti ne de tatlıdır." (Bihar-ül Envar, c.98, s. 26)
Bu tat ve lezzet Allah'ın velilerinin kalplerinde yerleşmiş olan bir tat ve lezzettir. Bazen var olup bazen yok olan geçici bir tat ve lezzet değildir. Allah sevgisinin lezzeti bir kulun kalbinde yerleşti mi, artık o kalp Allah aşkıyla aşina olur. Allah-u Teala, kendi sevgisiyle aşina kıldığı ve kendi sevgisinin lezzetini yerleştirdiği kalbi ise azaplandırmaz.
Emir-ül Müminin Ali (a.s) bir münacatında şöyle diyor: "İlahi, and olsun senin izzet ve celaline seni öyle bir aşkla seviyorum ki, onun tadı artık kalbimde yerleşmiştir; vahdaniyyetine inananların gönülleri, seni sevenlerin senin tarafından sevilmediklerine nasıl inanabilir?" (Münacat-ı Ehl-i Beyt, s.96-97)
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) da bir duasında bu tür kökleşmiş sabit ilahi aşkı şu şekilde dile getiriyor: "Ey Efendim! senin izzetine yemin ederim ki, beni kovsan da senin kapından ayrılmam ve sana yalvarmaktan vazgeçmem; ben senin cömert ve kerem sahibi olduğunu biliyorum." (Bihar-ül Envar, c.98, s.89)
Hz. İmam Zeyn-ül Abidin'in (a.s) bu sözleri, kalpteki ilahi aşkın derinlik ve sabitliğini belirten en açık tabirlerdendir. Öyle bir ilahi aşk ki, mevlası (Allah-u Teala) onu kendi katından kovup uzaklaştırsa da bu aşk kulunun kalbinden zail olmaz.
İnsan, Allah aşkının tadını anlayıp Allah'la hemdem, hemsohbet olmanın tadını alınca, artık hiç bir şeyi Allah'a tercih etmez. Hz. İmam Zeyn-ül Abidin bir duasında şöyle diyor: "Kimdir, senin aşkının lezzetini tattıktan sonra senden başkasını arayan?! Ve kimdir seninle hemsohbet olduktan sonra senden yüz çevirmek isteyen?!" (Bihar-ül Envar, c.94, s.145)

3 Nisan 2011 Pazar

HASTAYA ŞİFA NAMAZI

Her kim iki rekat namaz kılıp her bir rekâtında Fâtiha'dan sonra üç kere İhlâs Sûresi okurda namazı bitince kıldığı yerde oturup kimseyle hiçbir şey konuşmadan bin kere :



"Ey acâyip işleri olan ALLAH ! Ceza gününne kadar bana hayırla rahmet et" tespihiyle zikirde bulunursa Allâh-u Subhânehü ve Te'âlâ ona yepyeni bir hayat bahşeder .(Muhammed ibni Hatîrüddin , el-Cev^hiru'l-hams, sh:53-54)