28 Aralık 2019 Cumartesi

BİD’AT VE HURÂFELERDEN SAKINMAK

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ

BİD’AT VE HURÂFELERDEN SAKINMAK

Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v) beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevla şöyle ferman buyuruyordu: “Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.”

Bu ayet-i celilinin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslam kemale ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat olarak da İslam seçilmiştir. Buna göre, dinin olgunlaşmasını bid’at ve hurafelerden beklemek, bu âyet-i kerimeye aykırı davranmak olur.

Esasen dünyada ve ahrette kurtuluş, saadet arayanlar, Allah’ın Kitabına ve Fahr-i Âlem’in (s.a.v) sünnetine sarılmalıdır. Bunun dışında kurtuluş ve mutluluk arayanlar yollarını şaşırmışlardır; tövbe edip yüzlerini Hakka döndürmedikçe onlar için kurtuluş yoktur.

Diğer taraftan, Allah’ın insanlık için seçtiği yegâne hayat nizamı olan İslâm’ı hayattan kovmak ne büyük bir yanlışsa, bizzat Yüce Allah’ın tamamlayıp kemale erdirdiği bu tertemiz dini ilave ve eksiltmelerle bulandırmak da aynı derecede yanlış ve batıldır.

Tek mükemmel hayat nizamı olan İslâm’ın bütün hükümlerinin çıkarıldığı iki kaynak ve dayanak vardır: Birincisi Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Azimüşşan, ikincisi de Habib-i Edib’in sünnet-i seniyyesidir. Ehl-i Sünnet dairedeki icma ve kıyas gibi diğer bütün ictihad yolları mutlaka bu iki kaynağa dayanır. Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünneti dışında başka herhangi bir kaynak aramak ise ancak cehâlettir.

Allah Teâlâ için kurbet (yakınlık vesilesi) olmayan bir ibadet, mutlak manada başkalarına kurbet olur. Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), bir kişinin güneşin altında ayakta dikili olarak durduğunu görünce bunun sebebini sordu. O kişi, hiç oturmadan ve hiç gölgelenmeden oruç tutmayı adadığını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) ona; oturmasını, gölgelenmesini ve orucunu da tamamlamasını emretti.

Bu sözleri ile Resûl-i Ekrem (s.a.v), ayakta dikili durmak ve güneşin altında kalma adağının Allah Teâlâ'ya kurbet ifade etmediğini, bu sebeple yerine getirilmesi gerekmediğini açıklamış oldu. Bu konuda gelen diğer bir rivayet ise şöyledir:

“Resûlullah'ı (s.a.v) cuma günü minberde hutbe okurken dinleyen XE "11:Resûlullah'ı (s.a.v.) Cuma günü minberde hutbe okuyorken dinleyen" XE "bid‘at ve kurbet" bir kişi, Hz. Peygamber’in okuduğu hutbeye bir saygı ifadesi olarak, Resûl-i Ekrem (s.a.v) hutbesini bitirinceye kadar ayakta durmayı ve gölgelenmemeyi adadı. Resûlullah bu adağın bir kurbet olmadığına, dolayısıyla yerine getirilmesinin gerekmediğine hükmetti.”

Hâlbuki yukarıda adanan, ayakta durmak ve güneşin altında bulunma amelleri başka yerlerde kurbettir, yani Allah Teâlâ'ya bir yakınlık vesilesidir. Ayakta dikilmek (kıyam) namazda, ezanda ve Arafat XE "Arafat" 'ta dua esnasında kurbettir.

Bid’atin Tarifi

Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen “b-d-‘a” kökünden türeyen bid‘at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes) şey” anlamına gelir.

Istılahi anlamı itibariyle; Sünnetin karşıtı olarak, din koyucunun (Şâri’in) açıkça ya da dolayısıyla, sözlü ya da fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde ortaya çıkan eksiltme ve fazlalaştırmalara bid’at de nir.

Diğer bir ifadeyle bid’at, “Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilâve veya eksiltme özelliği taşıyan her şey”dir.

Hadis-i şeriflerde bid’atla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir”

“Sonradan ihdas edilen her şey bid‘attır”

“Her bid‘at dalâlettir”


“Sözün hayırlısı Allah’ın Kitabı Kur’andır. Yolların en hayırlısı O’nun Resulü’nün yoludur. İşlerin en kötüsü ise, dinde olmadığı hâlde sonradan ortaya çıkarılıp, dinden imiş gibi gösterilmeye çalışılan şeylerdir. Dinde olmadığı hâlde dine sokulmak istenen her bid’at sapıklıktır.”

Hanefi fukahasından Alauddin El Haskafi, bid'atı: “Peygamber’den (s.a.v) malum ve meşhur olan şeyin aksine itikad etmektir” şeklinde tarif ediyor.

İbn Mace ve başkaları Seriye’nin (r.a) şöyle dediğini nakleder ler: Resulullah (s.a.v) bize öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı gözler ya şardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi. Ey Allah’ın Resulü dedik. Bu, ade ta bir veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöy le buyurdu:

“Ben, sizi apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yol dan helak olandan başkası sapmaz. Aranızdan yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar göreceklerdir. Size, benim sünnetimden ve benden sonra hidayet bul muş raşit halifelerin sünnetinden bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyo rum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma iş lerden (bid’atlerden) de sakınınız. Çünkü şüphesiz her bir bid’at bir sapık lıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir kö le olsun. Şüphesiz ki mümin, burnuna halka takılmış deveye benzer. Nere ye çekilirse oraya gider.”

Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı gibi, dini bir terim olarak bid’at; örf ve adetlerin, ya ni günlük yaşayışı sağlayan davranışların dışın da ve sırf Allah'a yaklaşmak için, yani ibadet maksadıyla yapılan eylem ve kabulleniş biçimleriyle ilgilidir. Yoksa sözlük anlamıyla, sonra dan ortaya çıkan her şey, demek değildir. Öyle olsaydı Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Ashabından sonra gelişen fenni, tıbbi ve sosyolojik anlamda her şeye bid’at denilirdi.

Bid’atlar alanları itibariyle de kısımlara ayrılmaktadır. İtikadi konularla ilgili olanlara “itikadi bid’atler”, iş ve hareketle ilgili olanlara da “ameli bid’atler” denir. Ayrıca mahiyetleri itibariyle küfrü gerektiren ve gerektirmeyen bid’atler vardır.

Kitab-ı Mübinimiz’in ve Sünnet-i Seniyye’nin onaylamadığı; dinimizin hedef ve gayesine aykırı her türlü itikat, amel ve örf-adet hâline getirilen her şey bu kapsamdadır ki, bunlar da reddedilmiştir. Âlimlerimiz bunları “bid’at-ı seyyie” olarak tasnif ederler.

Kitab-ı Mübinimiz’in ve Sünnet-i Seniyye’nin tasdikini alabilen; dinimizin hedef ve gayesine aykırı olmayan yenilikler ise “bid’at-ı hasene” olarak değerlendirilir.

Kıssa

Abdullah b. Sevvar anlatıyor: Süfyan b. Uyeyne dedi ki:

- Yeryüzündeki tüm bid’at sahipleri kendini çepeçevre saracak bir aşağılanma ve perişanlığı bir gün mutlaka yaşayacaklardır! Bu husus Allah'ın Kitabı'nda teyid edilmiştir.

Dinleyenler sordular:

- Nerede? Allah'ın Kitabı'nın neresinde geçiyor bu anlattığın? Süfyan:

- Siz Rab Teâlâ'nın şu sözünü işitmediniz mi?! “Buzağıyı (Tan rı) edinenlere, mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir...”

Âyeti dinleyenler itiraz ettiler:

- Ey Ebu Muhammed, Bu âyet sadece Ashabü'l-Icl'i (buzağıya tapanları) ilgilendirir, onlar söz konusudur burada! Süfyan cevap verdi:

- Hayır! Hayır! Ayetin devamına bir göz atsanıza: “...İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” Öyleyse görmüyor musunuz, bu hüküm, bu aşağılanma ve re zillik fermanı kıyamete kadar tüm iftiracı ve bid’atçileri kapsamak tadır.

Bid’at, Yolların En Kötüsüdür

Abdullah b. Mesud (r.a) diyor ki: Bir gün Resulullah (s.a.v) yere bir çizgi çizdi ve “Bu Allah’ın yoludur” dedi. Sonra bu çizginin sağında ve solunda başka çizgiler de çizdi ve şöyle buyurdu: “Bunlar da başka yollardır. Bunların her birinin başında, kendisine çağı ran bir şeytan bulunmaktadır.”

Sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun; (başka) yollara sapmayın; sonra onlar sizi Allah’ın yolundan ayırır”

Mücahid (r.a) bu aye tte geçen “diğer yollar”ı, “bid’atler” diye açıklamıştır.

Sehl (r.aleyh) der ki: Ben, bid’atçiler hakkında şu hadisten daha ağır bir ha dis geldiğini bilmiyorum: “Allah, cenneti bid’at sahibine karşı perdelemiştir.”

Hazret-i Aişe XE "Hazret-i Aişe" (r.a) Resulullah’dan (s.a.v) şöyle rivayet eder: “Kim, XE "Hadis-i Şerif:bid‘at" XE "bid‘at çıkarmak" şu işimizde (dinimizde) olmayan yeni bir şey uydurursa, o reddedi lir kabul edilmez!”

Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: “Bu hadis İslam asıllarından sayılmakta ve dinin kaidelerinden bir kaide olarak kabul edilmektedir.”

İbn Receb de şöyle demektedir: “Bu hadis İslâm’ın esaslarından, oldukça büyük bir esastır. Nasıl ki ‘ameller ni yetler iledir’ hadisi batını itibariyle amellerin ölçüsü ise, bu hadis de zahirle ri itibariyle amellerin ölçüsüdür.”

Bu arada, işlenen her bid’at karşılığında, Resulullah’ın (s.a.v) bir sünneti imha olmaktadır. Bunu Resulullah XE "bid‘at" XE "nefse uymak" (s.a.v) şöyle ifade buyurur: “Bir topluluk bir bid'at icat ederse, mutlaka onun karşılığı bir sünnet ortadan kaldırılmış olur.”

Fudayl b. İyad (r.aleyh) demiştir ki: “Bid'at sahibi birisini sevenin Allah, amelini boşa çıkartır, İslam'ın nurunu da kalbinden alır.”

İbn Abbas (r.a) da der ki: “Sünnet ehlinden olup sünnete çağıran, bid’atten de uzaklaştırmaya gayret eden bir kimseye bakmak dahi ibadettir.”

Süfyan es-Sevri (r.aleyh) der ki; “İblis, bid’atı masiyetten (günahtan) daha çok sever. Çünkü masiyetten tövbe söz konusu olur. Fakat bid’atten tövbe söz konusu olmaz.”

Enes bin Malik (r.a.) rivayetiyle, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah, bid'atını terk edinceye kadar hiçbir bid'atçının tövbesini ka bul etmez.”

Bid’atçiler Hakkında Büyüklerin Sözleri

Bu konuda İmam Gazalî (rah.) özetle şöyle demektedir:

“İtikadı bozuk kimseler üç kısımdır: Birinci kısım inkârcılardır. Eğer inkârcı kimse müminlerle savaşıyorsa engel olunmayı hak eder. Ona bunun dışında bir muamele yapılmaz ve kötü davranılmaz. Müslüman toplum içinde bulunan müslüman olmayanlara (zımmîlere) gelince, onlara eziyet etmek ve kötü muamelede bulunmak caiz değildir...

İkinci kısım, insanları bid’atine davet eden bid’atçilerdir. İnsanları teşvik ettikleri bu bid’at, küfre götüren bir bid’at ise, böyle kimseler zımmîlerden kötüdür. Kendisine zımmîlik statüsünün gerektirdiği gibi müsamaha edilmez.

Eğer bunların bid’ati itikadî olarak küfre götüren bir bid’at değilse, bu kimselerin Allah Teâlâ ile aralarındaki halleri inkârcıların durumundan daha hafiftir. Ancak bu kimseyi reddetmek ve bid’atini önlemeye çalışmak, inkârcıyı reddetmekten daha önemlidir. Çünkü inkârcının kötülüğü başkasına sirayet etmez. Müslümanlar onu inkârcı olarak tanır ve sözlerine kıymet vermez. Kendisi de müslüman olduğunu ve doğru itikat üzere bulunduğunu iddia etmez. Ama başkalarını bid’atine çağıran ve bid’atinin hakikat olduğunu iddia eden kişi halkı aldatır. Dolayısıyla onun kötülüğü başkalarına da sirayet eder. Bu sebeple böyle kimselere duyulan buğzu açığa vurmak, dostça davranmayıp kendilerinden yüz çevirmek, bid’atleri sebebiyle durumlarının çirkinliğini ilan etmek ve insanların onlardan uzak durmalarını sağlamak daha kuvvetli bir müstehaptır.

Avamdan olup, bid’atinin propagandasını yapmaya muktedir olmayan ve kendisine uyulacağından korkulmayan bid’atçilere gelince, bunların durumu daha ehvendir. Böyle kimselere nasihat ve tatlılıkla muamele etmek evlâdır...”

İmam Rabbânî (k.s) hazretleri buyurur ki:

“Ey din kardeşlerimiz, hepimiz üzerine en önce gereken şey, İtikadımızı Kitab ve Sünnet'e göre doğrultmaktır. İtikadımızın esaslarını belirten âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerin nasıl anlaşılacağını, ehl-i hak ve hakikat olan âlimlerimiz açıklamışlardır. Bizim onlara uymamız lâzımdır. Allah onların çalışmalarını karşılıksız bırakmasın. Onlar, bu itikad esaslarını Kur’an’ı bir bü tün olarak görebilme seviyesine ulaştıktan sonra Kur’an ve Hadis’in ruhuna göre açıklamışlardır. Bizim anlayışımız bu büyüklerin anlayış ve izahlarına uymuyorsa kat’î surette muteber olamaz. Elh-i bid’at ve dalâlet olanlar, ken di batıl hüküm ve itikatlarını Kitab ve Sünnet’e uygun zannederler. Hâlbuki onların itikatları Hakk’tan fersahlarca uzaktır.”

Aklı olan herkes, Resulullah Efendimiz'in (s.a.v) şu müjdesine ulaşmak için can atar: “Kendi ayıbı ile meşgul olan, kendisini başkalarının ayıplarını araştırmaktan alıkoyan, malının fazlasını infak edip lüzumsuz sözden dilini koruyan, sünnet ölçülerine göre hareket eden, bid’atlara dalmayan kimseye müjdeler olsun!..”

Nakşibendî yolunun imamlarından Ahmed el-Haznevi (k.s) şöyle diyor: “Bu yolun en önemli özelliği sünnet üzere kurulmuş olmasından ileri gelir. Bu yolda bid’atlardan kaçmak, hatta evla denilen görüşlerin dışındaki zayıf sözlerden bile uzaklaşmak şarttır. Azimetin dışında amel etmek, takvası zayıf kimselerin işidir.”

Ahmed-ül Haznevi (k.s) hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: “Yüce ve mübarek Nakşibendî tarikatı Peygamber’in (s.a.v) sahabesinin (r.anhüm) yoludur; o esasa göredir. Ona ne bir ilave ne de bir noksanlık yapmışlardır. Bu tarikat Allah Teâlâ’nın manevî huzurunda bulunmakla zahir ve batında Peygamber’in (s.a.v) sünnetine uymak, şeriatın azimet ahkâmından ayrılmamak, her davranışta, adet ve ibadet muamelelerinde, bid’atlerden sakınmak ve ruhsatlardan uzak durmaktan ibarettir.”

Seyyid Sıbgatullah (k.s) hazretleri ise bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: “Bid’atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda güzellik yoktur. Bizim yolumuzun üstünlüğü, bid’at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid’at yüzünden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid’atlerden kaçınan kimse, bir bid’at işleyip, birçok taatler yapıp hal ve keşfe kavuşandan üstündür...” demiştir.

Seyyid Sıbgatullah (k.s) hazretleri bir başka sohbetlerinde ise demiştir ki: “Sünnete sarılmak, bid’atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir. Zaman, dinin garip olduğu zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücahedelerle elde edilenden daha çok sevap verilir...”

Abdurrahman-ı Tahi (k.s) hazretleri talebelerine şöyle nasihat etmiştir: “Mürşid-i Kamil, talebesinin her türlü hastalığını tedavi eder. Yalnız ihlâs ve muhabbet eksikliği ile bid’atlerin sebep olduğu hastalıklar hâriç... Çünkü bu hastalıklar, talebenin istikametini, yolunu değiştirir. Talebe Sırat-ı müstakimden, yani doğru yoldan ayrılır. Fakat diğer günahların tedavisi mümkündür. Zina yapan zinanın büyük günah olduğunu bilir sonra pişmanlık duyar. İhlâs ve muhabbet eksikliği ve bid’at işleme durumu olursa günah işlediğini bilmez, pişman olmazlar. Demek ki ilacın aslı, pişman olmak, nefsinin kusurunu görmek ve Rabbine yalvarıp sığınmaya bağlıdır...”

Muhammed Ziyauddin Nurşini (k.s) hazretleri demiştir ki: “Nakşibendiyye tarikatı, sünnet-i seniyyeye uymaktan ve onu sevgi ile yaşamaktan başka bir şey değildir. Bu tarikatı arzu eden kimse mutlaka Peygamber’in (s.a.v) sünnetine tâbi olmalı, dinde bid’at ve ruhsat olan şeylerden, zayıf olan kavillerden kendini muhafaza etmelidir.”

İşte bu büyüklerin terbiyesine giren bir mü’min, onların Kur’an ve Sünnet çizgisinde belirledikleri metotlara uyarak bid’at ve ruhsatlardan kaçınarak ümmet-i Muhammedi ikaz ve uyarı görevi yürütmeleri gerekir.

Zira, Resulullah Efendimiz’in (s.a.v): “Dinimizden olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu merduttur. Her bid’at delalettir” beyanı vechile din adına hizmet, kardeşleri dalaletten hidayete vesile olmak için gereklidir.

İtikadı Bozuk Modern Bid’atçılar

Zamanımızda en çok zarar, Ehl-i Bid’at fırkaların fitnesinin kök salmasından hâsıl olmuştur. İslami hükümlerini, Batılı diğer yargılarla ve siyasal sistem anlayışına uygun hale getirmeye çalışan ve Ehl-i Sünnet âlimlerince “bid’at” olarak nitelendirilen unsurları din olarak benimseyen çağdaş modernistler, her fırsatta İslam büyüklerine, mezhep imamlarına, Sahabe’ye, hatta pek çok hadis-i şerife açıkça bühtan ve iftira etmekte ve Peygambersiz, Sünnetsiz, Mezhepsiz, Tasavvufsuz bir din anlayışını yerleştirmeğe çalışarak, ortada kala kala tek başına keyiflerine göre icat ettikleri kendi Kur’an yorumları kalmaktadır.

İşte bu çağdaş bid’atçılar, Kur’an ayetlerini kendi heva ve heveslerine göre istedikleri gibi eğip bükme imkânına kavuşmakta ve Kur’an ayetlerini böylece tahrif etmeye çalışmaktadırlar.

Hatta daha da ileri giderek dini bilgilerden uzak Müslümanlara: Kur’an’dan hüküm çıkarmak için Arapça’ya, Sünnet ve hadis bilgisine, icmaya ve eski âlimlerin bakış açılarına ihtiyaç yoktur. Eline bir Kur’an meali alan herkes Kur’an’dan hüküm çıkarabilir, derken Peygambersiz bir dini, Eski âlimler dini zorlaştırmışlardır. Onun için eski âlimlerin söylediklerini bir kenara bırakmalı ve dini kolaylaştırmak için yeni içtihatlar yapmalıyız, derken heva ve heveslerine uygun bir din anlayışını, Mezhepler yozlaşmış birer istismar kurumudur. Bunları kökünden reddetmeliyiz, derken mezhepsizliği, Şefaat, mucize, evliyanın kerameti, tevessül, miraç, kabir azabı gibi şeylere inanmak doğru değildir gibi birçok safsata ile de zaten kolaycılığa kaçmak için sebep bekleyen cahilleri, yeni bir akım içinde İslam’ın gerçek değerlerinden uzaklaştırarak gayri İslam’i bir çizgiye sürüklemektedirler.

Şu halde, geçmişte İslam âlimleri bid’at mezheplerle nasıl mücadele etmişse, günümüzde de İslam ve Müslümanlar için en öldürücü zehirden daha tehlikeli olan bu “modernizm bid’atı” ile her türlü ilmi ve fikri vasıta ile mücadele edilmelidir. Bu mücadele, Ehl-i Sünnet ve’l cemaat çizgisinde yürüyen her mü’minin üzerine görevdir.

Bu görevin şuurunda olmak için, ilmi birikim, Hak ve hakikati anlatmak için gerekli alt yapıya haiz olmak gerekir. Bunun içinde Allah Resulü’nün (s.a.v) varisi olan Rabbani âlimlerin terbiyesine sıkıca sarılmalıdır. Zira bu Rabbani âlimlerin temsil ettikleri müesseseler her türlü bid’at ve dalaletten uzak kurumlardır.
Hurafe Nedir?

Hurâfe kelimesi “akla ve gerçeğe aykırı düşen aldatıcı söz” demektir. Hurafe mantıkî tabanı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bulunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik veya kötülük getirebileceğine inanılan kuvvetler için kullanılır. Genellikle sihir, büyü ve bunların ürünü olan şeylerle alâkalı inançlar da hurafe terimiyle ifade edilir.

Câhiliye devri Arapları uğura, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili çeşitli hurafelere de inanıyorlardı. Cinlerin kertenkele, kirpi, deve kuşu, tarla faresi, tavşan gibi hayvanların şekline bürünerek insanlara göründüğüne inanılması, karga vb. kuşların uğursuz addedilmesi, göz değmesinin insanlar üzerinde etkili olması bu dönemdeki inançlar arasında zikredilir.

Günümüzde de halk arasında, buna benzer pek çok hurafe bulunmaktadır.  İnsanlar bir çok şeyi uğurlu ve uğursuz kabul etmektedirler. Bu durumun inanca zarar vereceği hatırdan çıkarılmamalıdır.


Hayatımızdaki Kötü Bid’at ve Hurâlerden Bazıları

Hayatımıza girmiş ancak Kur’an ve Sünnet’te aykırı o kadar çok Bidat ve Hurafe vardır:

-Türbelere ve kabirlere mum dikmek, ağaçlara ve türbe pencerelerine bez bağlamak, tuz serpmek.

-Haftanın bazı günlerinde yolculuğa çıkmanın, siyah kedi görmenin, baykuş ötmesinin, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmak.

-At nalı, nazar boncuğu gibi şeylerin, kötülük ve uğursuzluk savdığına inanmak, bu inançla bu gibi şeyleri evine, arabasına, işyerine asmak.

-Ruh çağırmak, büyü yapmak ve yaptırmak, fal bakmak, yıldızların durum ve hareketlerinden hüküm çıkarmak, burçlara inanmak…

-Ölülere bağışlanmak üzere önceden Yasin okuyup şişelere doldurduğunu söyleyen bazı istismarcılara aldanarak bu şekilde “hazır Yasin” satın almak ve bunu ölülere bağışlamak.

-Gece tırnak kesmenin kısmet eksilmesine veya ömür kısalmasına sebep olacağına inanmak.

-Bazı camilerin bahçelerinde bulunan şadırvanlara para atarak niyet tutmak.

-Türbelerin bahçesinde veya eşiğinde, önem verilen birisinin gelişini kutlamak için ya da yeni alınan ev, araba vs. gibi şeyler için “kan akıtmak” adı altında kurban kesmek, kanını kendi alnına veya yeni alınan şeylere sürmek. (yeni alınan şeyler için şükür kurbanı kesip fakirlere dağıtmakta bir sakınca yoktur.)

-Ay ve güneş tutulması esnasında (ayı ve güneşi tuttuğuna inanılan şeytanları kovmak için!) teneke veya davul çalmak, silah atmak.

-Kötü bir olaydan söz eden kişinin, o olay kendi başına gelmesin diye kulağını çekmesi ve ahşaba, duvara vurması.

-Kırkını doldurmamış çocuğun tırnaklarını kesmenin, o çocuğun arsız ya da hırsız olmasına yol açacağına inanmak.

-Cinden, şeytandan, nazardan vs. korumak için yeni doğmuş çocuğun kundağının veya beşiğinin altına kurumuş insan pisliği veya mezarlıktan getirilmiş toprak koymak.

-Boyu ölçülen çocuğun kısa kalacağına inanmak.

-Gece köpek uluyan veya damında karga yahut baykuş öten ya da kapısında çıkarılan ayakkabılardan birisinin ters döndüğü evden cenaze çıkacağına inanmak.

-Moda gibi hayatımıza girmiş olan miladi yılbaşı kutlamaları; içki, kumar, israf ve benzeri pek çok fitne ve kötülüğün teşvik edildiği toplumsal bir hezeyana dönüşmüştür.

-Yılbaşı kutlamaları da hayatımıza girmiş kötü bid’atlerden birisidir.

Hayatımızdaki Güzel Bidatlerden Bazıları

-Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz döneminde kürek kemikleri, hurma lifleri, deri parçaları gibi yazı malzemeleri üzerine yazılmış olan ve dağınık parçalar halinde bulunan Kur’an ayetlerinin bir kitap haline getirilerek iki kapak arasında toplanması,

-Hadislerin sıhhat durumunu tespit etmemizi sağlayan Hadis Usulü,

-Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarma metotlarını pratik kaideler halinde düzenleyen Fıkıh Usulü,

-İslâm itikadına aykırı yabancı fikir akımlarının önünü kesmek için aklî metotlar geliştirerek bize İslâm düşmanlarıyla ve itikadî bid’at gruplarıyla fikrî mücadele etme imkanı veren Kelam gibi ilim dallarının geliştirilmesi birer güzel bid’attır.

-Aynı şekilde, teravih namazının camide tek cemaat halinde kılınması da dinî bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik olduğu için güzel bid’atlar cümlesindendir.

-Yerleşim merkezlerinin büyümesi sonucu camilerde okunan ezanın uzak mesafelerden duyulmasını mümkün kılan teknolojik imkânların kullanılması,

-Camilerde namazın aksamadan cemaat halinde kılınması ve bu mukaddes mekânların temizlik, bakım gibi ihtiyaçlarının düzenli olarak yürüyebilmesi için ücret karşılığı cami görevlileri tayin edilmesi,

-Önemli gün ve gecelerde Mevlid-i şerif okutmak v.s

Bütün bu hususlar ve daha pek çok benzerleri, “kim güzel bir çığır açarsa...” diye başlayan hadis-i şeriften ilham alınarak geliştirilen “bizi dinin maksatlarına götüren ve dinî herhangi bir ilkeye aykırı olmayan vesileler güzeldir” şeklindeki Fıkıh Usulü kaidesine dayanarak hükme bağlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder